“BİRİ BİZDEN, BİRİ KOMŞUDAN AKLIMA TAKILAN SORU
İNTİKAM SUÇA MI DAHİL YOKSA CEZAYA MI?”
Pandemi boyunca TRT2 yayınlarını iple çeker oldum.
Hele en özel konuklarla başlayıp, tüm dünyanın en gözde sinemaları, en usta yapımcıları, en yetenekli sanatçılarını evlerimize getiriven “Film Önü” kuşağı yok mu!..
Bu devirde kaliteli filmi “ÜCRETSİZ” doya doya izleme fırsatı denilince…
Sinemanın en özel seçkilerini ev konforu keyfiyle izleme şansı denilince
TRT2’yi tek geçerim…
İranlı bir yönetmen Asgar Farhadi’nin ödüle doymayan unutulmazlarından “Satıcı” filmine rast geldim geçenlerde...
Hikaye İran’da geçer. Filmin kahramanı karı koca Artur Miller’in “Satıcının Ölümü” oyununda sahne almaktadır. Ne tuhaf kendi yaşantıları içinde benzer bir oyun oynamakta olduklarından habersizdirler. Ama malum kaçınılmaz son tiyatrocu genç çiftin yakasını filmin sonuna kadar bırakmaz. Filmin ana teması uçkuru düşük satıcının öfkesi, genç kocanın intikamı, kadın adına adalet arama ve insana dokunan duygu sarmalı olunca, yakın coğrafyanın insanları olarak gözleri dışa sımsıkı kapalı İranlılar'ı karşımda görünce bi de, hayli etkilendim ne yalan söyleyeyim…
Önce tv ekranında, sonra yetmedi internetten izledim….
Sonra durdum düşündüm.…
Sahi dedim, suç nedir? - ceza nedir?
İntikam suça mı dahil yoksa cezanın içinde mi?
Dur bakalım…
Online amatör dergilere olan düşkünlüğü de tam da Covıd-19 salgınına denk düşer…
Salgının ülkeyi sardığı günlük hayatı iyiden iyiye etkisine aldığı, evde kalın çıkmayın denildiği günlerde kendime ücretsiz online okuma siteleri keşfettim. Karşıma çıkan ve ilgi ile okumama sebep olan gerçek yaşam öyküsü
“Bir Daha Darılmayalım” mı böyle keşfettim…
Siz değerli okuyucularımla intikam sorusuna yanıt olur umuduyla paylaşıyorum.
Dergi: ALAKARGA Yazar: Mehmet Uhri link: http://www.harftamircisi.com/
Bu yaşımda teröre yardım, yataklık etme suçlamasıyla savcı önüne çıkarılmış sefil bir mahalle bakkalıyım.
Yaşlı bir bakkalın terörle, teröristle ne işi olur? Anlamakta zorlanıyorum.
Öyle suçlamalara maruz kaldım ki, kendimden şüphe etmeye başladım. Yakınlarım bile şüphe ile sorular sorduğuna göre farkında olmadan iddia edilen suça karışmış olabilir miyim diye kaygılanmadan edemiyordum. Şehrin hayli eski mahallelerinden birinde babadan kalma bakkal dükkânı ile geçimimi sağlıyorum. Mütevazı görünse de o dükkân, bir aileyi geçindirip eli ekmek tutan üç çocuk okutmuştur. Şimdilerde adım pek anılmasa da zamanında mahallenin bakkal amcasıydım.
Ortalığı marketler sarınca tekel bayiliğine dönüşüp ayakta kalmaya çalıştım. Ancak gün döndü değişti, ne eskinin bereketi ne de kazanılan paranın hayrı kaldı. Masraflarımı kısıp gücüm yettiğince işimin başında durmaya çabalıyorum. Şimdi ise, terör şüphelisi olarak savcının karşısında terliyorum.
Her şey, aranan azılı terör zanlısının bakkalın bulunduğu binada sahte bir kimlikle ev kiralaması ile başlıyor. Sigara almak için ara sıra uğrayan, genellikle ortalıkta görünmeyen sakallı delikanlıyı emniyette fotoğrafları gösterilince tanıdım. Tuttuğu evin sahibesi bayan ile birlikte beni de
şüpheli sıfatıyla gözaltına almışlardı. Hanımefendi bir şey bilmediğini söyleyip ifadesini verip serbest bırakılsa da beni bırakmadılar.
Neymiş? Bakkalın güvenlik kameraları niye çalışmıyormuş?
Geçmişe dönük hiçbir kaydın bulunmaması şüphelerini daha da arttırmış. Sorguda itiraf ettirecek bir şey bulunamasa da kasıtlı olarak güvenlik kameralarını çalıştırmadığım ve olan kamera kayıtlarımı da sildiğim düşünülerek cihazlar incelemeye alınmıştı. İnceleme süresince gözaltında kaldım. Sonuçta değil silmek kamerayı hiçbir zaman çalıştırmadığım anlaşılarak savcıya teslim edildim. Savcının yüzü asıktı. Yüzüme bile bakmadan dosyayı inceliyordu. Kafasını kaldırmadan aranan zanlıyla bir bağlantım olup olmadığını tekrar tekrar sordu. Tüm akrabalarım ve geçmişim didik didik edilmiş bağlantı bulunamamıştı. Sosyal medya kullanmıyor olmam bile şüphe uyandırmıştı.
Terör zanlısına yardım ettiğimi düşünen savcı kameraların neden çalışmadığı konusunda inandırıcı bir hikâyemin olup olmadığını sordu. Aksi halde yardım ve yataklıktan tutuklanma talebiyle yargıç karşısına çıkarılacağımı buyurdu.
- Savcı bey, adı geçen şahısla bir bağlantım olmadığını söyledim, inanmadınız. Söylediklerime inanmadığınız halde ben denedim. Yüzüme bile bakmadan taburesini alıp az ileriye oturdu. Sırtını döndü. Bu durum tedirginliğimi arttırdı. Polisten yardım istedim. Ancak kadının her hangi bir suç işlemediği gibi ima yollu bile olsa tehdit etmemesi nedeniyle bir şey yapamayacaklarını söylediler. Acılı bir anne olarak görmezden gelmemi istediler.
Kadın her gün aynı yere geliyor kulaklığını takıp walkman dinleyerek gün boyu dükkâna bakıyordu. Birkaç ay böyle geçti. Alıştığımı söyleyemem. Yüzündeki o hüzünlü ifade ve donuk bakışları belleğime kazınmıştı. Bir süre sonra kadının yanında bir genç kızın ara sıra ona eşlik ettiğini fark ettim. Elindeki kitaplara bakılırsa üniversite öğrencisiydi. Yanına oturduğunda kadın kulaklıklardan birini ona uzatıyor ve ikisi birlikte dinliyorlardı.
O kızı ve ailesini tanıyordum. Seyrek de olsa bakkalıma uğrarlardı. Yakınlarda oturuyorlardı. Genç kız genellikle okul dönüşü haftada bir bazen iki kez o acılı kadının yanına ilişip bir süre orada kalıyor, sonra yine hiç konuşmadan ayrılıyordu.
Yağmur ile uyandığımız ve hiç durmadan yağan yağmura tutulduğumuz günün öğleden sonrasıydı. Genç kızın alışveriş için uğramasını fırsat bilip ucuz şemsiyelerden iki tane çıkarıp "günün hediyesi" diyerek uzattım. Şaşırsa da dışarıda şiddetini arttıran yağmuru görüp geri çevirmedi.
- Teşekkür ederim. Ancak neden iki tane?
- Biri senin diğeri o yanında oturduğun kadın için. Bu gün işi çok zor olacak.
- Onu tanıyor musunuz?
- Kazada ölen delikanlının annesi olduğunu biliyorum. Benimle hiç konuşmadı. Konuşmak da istemiyor. Açıkçası başlangıçta tedirgin olsam da bir kötülük yapacak olsaydı yapardı diye düşünüp sesimi çıkarmıyorum. Onu teselli etmek istesem de elimden bir şey gelmiyor.
- Kaza mı dediniz? Kaza filan değildi. Onu biz, hepimiz öldürdük. Hem sesinizi çıkarsanız ne olacak? O annenin canını daha fazla yakamaz, üzemezsiniz. Oğlu öldüğü gün o da biraz öldü. O artık bir zombi, yaşayan bir ölü. Bilir misiniz? Zombiler uzaktan canlı görünseler de yaşadıklarının farkında bile değillerdir.
- İnanın yaşananlardan ben de çok üzgünüm böyle olmasını istemezdim.
hikâye duymak istiyorsunuz. Hem de inandırıcı bir hikâye istiyorsunuz.
Dinleyin o zaman... Açıkçası biraz da ümitsizce unutmak istediğim o talihsiz günü ve sonrasında yaşananları savcıya ve ifademi yazıya döken sekretere anlatmaya başladım.
Aşağıdaki satırlar savcıya verdiğim ifade metninden alıntıdır:
"Kameraların arızalı olmadıkları halde neden hiç kayıt yapmadığı konusunda inandırıcı bir yanıt vereceğimden emin değilim. Her şey, birkaç kalem pil yüzünden oldu. Yaklaşık 20 yıl önce bahar aylarında yaşanmış unutmak istediğim küçük bir hırsızlık olayıydı. O yıllar tekel bayi değil sıradan bir mahalle bakkalıydım. O delikanlı ise lise öğrencisiydi. Kaşla göz arasında tezgâhın yanından kalem pil çalıp kaçmaya yeltenmişti. İlk anda ne çaldığını anlamamış ancak cebine bir şey attığını görmüştüm. Onu gördüğümü fark edince telaşla dışarı çıkmıştı. Peşinden koşturup yakalamaya çalışırken kavşağa hızlı giren bir aracın altında kaldı. Delikanlı hastaneye yetiştirilse de kurtarılamadı. O günden sonra hep vicdan azabı çektim.
Kazanın ölümle sonuçlanması yüzünden olay adliye yansımıştı. Her şeyin delikanlının peşinden koşturduğum için yaşandığını söylesem de beni bırakıp çarpan aracın sürücüsünü gözaltına aldılar. Kısa süren dava süreci delikanlının cebinden çıkan kalem piller ile hırsızlık ve kapkaç sırasında oluşan kaza olarak kayıtlara geçmiş kimse ceza almamıştı.
Tüm fatura ölen delikanlıya çıkarılmıştı.
18 Yaşında lise öğrencisi delikanlı birkaç kalem pil için hayatından olmuştu. Üstelik oğlum yaşındaydı, gencecikti. Uzun süre olayın etkisinden kurtulamamıştım. Keşke çalıp gitseydi pilleri, görmezden gelseydim, peşinden gitmeseydim diye hayıflanmıştım. Zaman geçince günlük koşuşturmanın içinde olayı unuttuğumu sansam da delikanlının ürkek korkak bakışları ve o gün yaşananlar rüyalarıma giriyordu.
Yaz geçip sonbahar yaklaşınca karşı kaldırımda taburesine ilişip oturan ve bize doğru bakan o kadını bir müşteri sorunca fark ettim. Her gün öğlene doğru aynı yere taburesini koyup oturuyor kulaklıklarını takıp walkman dinleyerek gün boyu öylece karşıya bakıyordu. Başlangıçta önemsemedim. Ancak kadının gözlerinin sürekli üzerimde olması tedirgin edince bir polis arkadaşımdan yardım istedim.
Yapılan incelemede kadının ölen delikanlının annesi olduğunu öğrenince sıkıntım büyüdü. Kadın hiçbir şey yapmadan öylece bütün gün bana baktıkça vicdan azabım giderek kaygıya ve sonunda "bu kadın bana bir kötülük yapacak" saplantısına dönüştü.
Cesaretimi topladım, yanına gidip konuşmayı denedim. Yüzüme bile bakmadan taburesini alıp az ileriye oturdu. Sırtını döndü. denedim. Yüzüme bile bakmadan taburesini alıp az ileriye oturdu. Sırtını döndü. Bu durum tedirginliğimi arttırdı. Polisten yardım istedim. Ancak kadının her hangi bir suç işlemediği gibi ima yollu bile olsa tehdit etmemesi nedeniyle bir şey yapamayacaklarını söylediler. Acılı bir anne olarak görmezden gelmemi istediler.
Kadın her gün aynı yere geliyor kulaklığını takıp walkman dinleyerek gün boyu dükkâna bakıyordu. Birkaç ay böyle geçti. Alıştığımı söyleyemem. Yüzündeki o hüzünlü ifade ve donuk bakışları belleğime kazınmıştı. Bir süre sonra kadının yanında bir genç kızın ara sıra ona eşlik ettiğini fark ettim. Elindeki kitaplara bakılırsa üniversite öğrencisiydi. Yanına oturduğunda kadın kulaklıklardan birini ona uzatıyor ve ikisi birlikte dinliyorlardı.
O kızı ve ailesini tanıyordum. Seyrek de olsa bakkalıma uğrarlardı. Yakınlarda oturuyorlardı. Genç kız genellikle okul dönüşü haftada bir bazen iki kez o acılı kadının yanına ilişip bir süre orada kalıyor, sonra yine hiç konuşmadan ayrılıyordu.
Yağmur ile uyandığımız ve hiç durmadan yağan yağmura tutulduğumuz günün öğleden sonrasıydı. Genç kızın alışveriş için uğramasını fırsat bilip ucuz şemsiyelerden iki tane çıkarıp "günün hediyesi" diyerek uzattım.
Şaşırsa da dışarıda şiddetini arttıran yağmuru görüp geri çevirmedi...
DEVAMI BİR SONRAKİ YAZIMDA...