“Çocuklarınızı doyasıya kucaklayın. Gün gelecek kucağınıza, gün gelecek yatağınıza, gün gelecek yuvanıza sığmayacaklar.”

Çocuk eğitimiyle ilgili en önemli sorunlardan biri “bu cevabın sorusu”dur bence. Genç anne baba diken üstündedir. Çevreden farklı farklı yönlendirmeler gelir. Öyle yap! Böyle yapma! Öyle yaparsan çocuk şımarır, böyle yaparsan hayata hazırlanmamış olur. Bilen de konuşur, bilmeyen de. Bir de herkesin ayrı kafası ayrı görüşleri vardır. Hangisini dinleyeceğini, kimin peşine takılacağını bilemezsin.

Oysa içinden bir ses her annenin iç sesini dinleyerek oldukça tutarlı cevaplar bulabileceğini söyler bir yandan. Öyle ya doğada bir ceylanın, bir baykuşun anneliğiyle ilgili eğitim aldığına dair bilgimiz var mı? Gerçi “Görgülü kuşlar, gördüğünü işler,” demiş bir yandan atalarımız. Yukarıdaki cümleyi daha kurarken bazı belgesellerde hayvan annelerinin de çocuk bakımı ve doğum konusunda hemcinslerinden yardım aldığını anlatan kareler geçiyor zihnimden. Ama söylemek istediğim düşüncenin yine de arkasındayım. Hayvanda içgüdü, insanda da içgüdü veya içinden gelen, kalbin söylediği, vicdanın buyurduğu şey, çoğu zaman sağduyuyu işaret eder sonuçta.

*

Dr. Mehmet Can, çeyrek asırdan fazla çocuk hekimliği yapmış bir yazar. Aynı zamanda dört çocuk babası, kalabalık bir ailede geçmiş çocukluğu. Gördüklerinden, okuduklarından, aldığı tıp eğitiminden, uzun yıllara dayanan tecrübelerinden süzülen tavsiyelerini bir araya getirmiş bir kitapta. Kitaba isim olarak bir zamanlar muayenehanesinin duvarını süsleyen, kulaklara küpe olacak o cümleyi seçmiş. “Çocuklar suç işlemez.”

Kitabı okurken altını çizerim bunun dediğim cümlelerden biri, yazının başında alıntıladığım cümleydi.

Batılı eğitim sistemi adına dayatılan bazı kalıp yargılar duyarız sık sık. Daha disiplinli, daha ödün vermez olmamız gerektiğini vurgulayan cümlelerdir bunlar çoğunlukla. Tanzimattan beri zengin konaklarına, köşklere batıdan getirilen mürebbiyeler meşhurdur. Dönem edebiyatının en çok işlenen konularından biridir bu aynı zamanda. Batılı dadılar elinde terbiye edilen nesiller. Bazıları annesinin elinden alınan, çoğu “âlemlere akan” anneler tarafından dadılara emanet edilen. Kurmaca dadılar bir yana bu kapağı kaldırınca aklıma hemen rahmetli Ayşe Şasa’nın anıları geliyor. Ne çok üzülmüştüm Alman dadısını ve onun elinde ilerde ruh hastalıklarına evrilecek nasıl bir eğitim aldığını anlattığı sayfaları okurken.

“Daha sert olmak lazım”, “...ama bak şımartıyorsun kucağında yatmasına izin vererek”, “kucağa alışmasın sonra…” Ne kadar çok duyarız bunları.

Oysa Doktor Mehmet’in sorusuna bakalım bir de: Odasından çıkmasına izin verilse de, bazen korkunca yanımızda yatmasına ses etmesek de bir çocuk ne zamana kadar gelip yanımıza yatar ki? Sonunda kendi yatağına, kendi odasına alışacak.

Hak veriyorum Doktor Beye, bir bilenden kendi düşüncelerimi duymak rahatlatıyor beni. Eh, her çocuk aynı değildir elbette. Kardeş de olsalar farklı insanlar, farklı bireyler onlar. Biri iki yaşında alışır belki diğeri üç. Sütten keserken, tuvalet eğitimi verirken de aynı şey. Sütten kesilmeyen, bezle dolaşan birileri var mı yolda belde karşımıza çıkan. Ben görmedim. Belki böyle uç örnekler de olabilir ama o konuyla tıbbın başka alanı ilgilenir artık.

*

Kitabı ilgiyle okudum. Yazık ki benim çocuklar büyüdü. Asıl genç anne babalar okumalı bunu. Bunu düşünürken aklıma başka bir şey geldi. Yakınlarda bebeği olan hısım akraba var, eşimle bebek görmeye gideceğiz. Âdettendir, küçük bir hediyeyle gidilir. Bir çorap, patik, zıbın… Ne bileyim, tulum mu olur, hırka mı… Yanına bir de bu kitaptan götüreyim, dedim. Kafasında binbir soru vardır şimdi gençlerin. Anne diyordur, “Ne keskin tırnakları var bunun. Bana garazı mı var yoksa, saçımı bir tuttu mu yolmadan bırakmıyor?” Baba düşünüyordur, “Nasıl tutmalıyım kucağımda, bir yerini incitir miyim şöyle tutsam? Ne zaman oturur, ne zaman yürür?” İkisi de belki ortopedik ayakkabı almayı düşünüyordur. Anneannesi yürüteç, örümcek getirecektir. Babaanne en yumuşak uzun tüylü halılar üstünde oynasın istiyordur torunu. Biz toprakta oynadık, düşe kalka büyüdük, o yokluk görmesin, diyordur. Ne yapmalı gerçekten? Doğru mu bunlar, hangisi doğru. Kendi doğruları başkaysa büyüklerini nasıl ikna edecekler? Sorular, sorular… Peki cevaplar nerede? Burada işte.  Bir bilen konuşuyor.

*

Sofraya ne zaman oturmalı çocuk? Sofrada ne öğrenir, yeri nedir? Kitabı açmadan aklımda kalanları yazayım dedim. İlginç konulardan biri de buydu. Çocuk görerek öğrenir değil mi? Aslında yukarda kullandığım atasözünün doğru yeri burasıymış bak. “Görgülü kuşlar, gördüğünü işler.” Çocuk yemek yemeyi de kaşık çatal kullanmayı da, sofra adabını da sofrada öğrenecek elbet. Ama daha öncesi de varmış bunun, daha sonrası da.

Eğitimle ilgili ilk okuduğum kitap Salzmann’ın “Yengeç Kitap”ıydı. Kitabın diğer adı ilginç geldiği için almıştım elime. Daha lisedeydim. Evet, “Yengeç Kitap”ın diğer adı “çocuğu kötü eğitmenin yolları”. Özeti yukarıdaki atasözü ve benzerleri. Yazar bir gün sahilde yürürken büyük bir yengeç görüyor, yampiri yampiri yürüyor. Bakıyor arkasında aynı şekilde yürüyen küçük bir yengeç var. Sonra sanırım insanların karakter oluşumunda çevre faktörünü düşünüyor ve çocukların lafla değil doğru örnek olarak yetiştirilmesi gerektiğini vurgulamak istiyor. Dr. Mehmet Can sofra metaforu üstünden bu meseleye ve fazlasına değinmiş.

*

Ne zamandır ara vermiştim bu köşede bir şeyler yazmaya, şimdi kalemi tekrar ele aldım diye sözü çok uzatmak istemem. Bilimsel konulara değinilse de rahat okunan bir üslupla yazılmış kitap. Yazar hem anne baba adaylarına, çocuk sahibi anne babalara hem alanda eğitim alan öğrencilere hitap edebilecek bir eser kaleme almış.

Yazıyı bir espriyle bitirmek istiyorum. Kitap yayımlanınca kuzenim Yusuf sosyal medya hesabından şöyle bir paylaşım yapmış. “Babam yazdı diye diyorum, okuyun.” İyi bir nükte. Böyle kalıp sözlerde küçük bir değişiklik yaparak oluşturulan cümleler bazen çok komik olabiliyor. Kuzenimin paylaşımını beğensem de ben bu sefer kalıp sözü olduğu gibi kullanmayı tercih ediyorum. “Amcam yazdı diye demiyorum. Güzel kitap, okuyun.” Amcam yazmasa da bu kitap hakkında aynı değerlendirmeyi yapardım. Yine okunmasını tavsiye ederdim, bebek görme ziyaretlerinde hediye olarak götürülebileceğini söylerdim.