Çocukluk denildiğinde akla en çok ne gelir?
Çocukluk denildiğinde akla en çok ne gelir?
Hemen söyleyeyim; horoz şekeri, topaç, bez bebek, kaymaklı dondurma, sapan, sade gazoz….
Bir de bisiklet …
Gelir ama, o dar boğaz yıllarında kaç kişinin bisikleti var ki!…
Yurt dışından kaçak getirilenler ve yurtta üretimi sürdürülen birkaç marka bisiklet dışında iki tekerlekli bisikletti olma şansını yakalayan kaç çocuk vardı?...
Son yıllarda bisiklete ilgi arttı. Hatta biraz önce Alakarga seçkisinde okuduğum “Bisiklet: Dünyamız Ülkemiz ve Ben ” *başlıklı yazıda bahsedildiği gibi, yok olan doğanın geri dönüş umudu olarak görülmeye başlandı. Özel günü bile var 3 Haziran…
Düşünün bir kere; ulaşim için öyle araca sahipsiniz ki: fosil yakıt kullanımı sıfır, lanet olası trafikte sıkışıklığa yol açmıyor, daralan yollarda hareket kabiliyetine sahip, kullanımı kolay ve zahmetsiz, isterseniz ön selede yada arka sele başka başka şeyleri taşıyabiliyorsunuz, açık alanda özgürce hareket edebilme kabiliyeti veriyor, sıkış tepiş kara taşıtlarının size verdiği stres, sıkıntı, bakteri yükü riskinden hepten uzak tutuyor, bir de bazen bört böçek sesi, açan çiçek kokusu ile sizi sarıp sarmalıyor, üstüne üstlük vergisi yok, algısı yok… Tekerler dönmeye başaldığında, kendinizi daha zinde hissediyorsunuz; çünkü konsiyonunuz artıyor, fizik egzersiz ve akciğer kapasitesiniz yükseliyor, kas koordinasyon yeteneğiniz gelişiyor, kalp damar fonsiyonlarınız düzeliyor, metabolik iyileşme yolunda olumlu adımlar atıyorsunuz.. Kısaca sağlığınızı tekerlek üzerinde yakalıyorsunuz….
Yaşam iki tekerlek üzerinde yuvarlanıp gidiyor…
İzmir’den hareket alan ve kentimizde de yankı bulan süslü kadınlar bisiklet hareketini duymuşunuzdur mutlaka….
Sivil insayatifler arasında tek geçerim…
Değişime ayak uydurmak gerek değil mi?
İşte bende tam da öyle yaptım….
Hayallerimin peşinden gittim…
Çocuklukta kısıtlı olanlar yüzünden bisikletsiz geçen günlerin acısını çıkarmak için harekete geçtim. Üst komşunun oğlunun apartman merdiveninde iliştirlmiş duran çocuk biskletini gözüme kestirdim. Ufaklık ve ailesinin onayını aldıktan sonra doğruca bisikletçiye gittim, ne var ne yok bir bir elden geçirdim. Lastik, bijon, koltuk ayarlarını yaptırdım, artık hazırım…
Kendime geniş boş sessiz bir alan seçtim. İlk gün kimsenin yardımını almadan, karşıya bak karşıya konutu vere vere dört tur attım. Dünyanın en mutlusu benim sandım…
O ne çoşkun duygular Allahım, yüreğim hop oturuyor hop kalkıyor, birlikte sanki öksüz kalan çocukluk anılarımı tıptışlıyor…
Sanki o an; abime kızan annemin “size bisklet yok” diyen sert sesi yanımdan hızla uzaklaştı, vınnnn dedi gitti, bisikleti olup ta balkondan aile büyüklerinin kaş göz işaretine uyan “aman diyim kimseye bindirme kırarlar yavrum” tembihi altındaki arkadaşlarım, kül olup dağıldılar, bırak binmeyi selede bile gitmeye razı iken ödünç vermeyenler, bindirip iki sokak sonra indirenler, cıv cıv cıv dediler sanki rüzgara kapılıp yok oldular….
Özgürlüğün böylesi az bulunur az….
İkinci gün iki turdan sonra yoruldum bıraktım, ne de olsa ertesi gün acısını çıkaracaktım…
Üçüncü gün daha bi hevesle giriştim işe…
Bir iki üç derken bir anda dengemi yitirdim, bisikletten düştüm, sağ kolumu bileğe yakın yerden kırdım….
Bir süredir yazılarım yoksa, bilin ki sebebi budur.
Ama Pamukkale Üniversitesi Acil, Ortopedi, Fizyo Terapi birimlerinin çabaları sonuç verecek inanıyorum…
Sağlık olsun…
İyileşiyorum ya iyileşiyorum….
Siz yine de, önümüz yaz, hayallerinizin peşinde gitmeyi asla bırakmayın….