İki seçim arası ne yapılır, ne yapılmaz? Çokça zaman kaybı yaşanır; üzüntü, stres… Ne olacak, kim ne demiş…
Günlük program, rutinler, işler aksatılır gündem takip ediyorum derken. Aslında yakından uzağa insanın sorumluluk halkalarını işaret eden o meşhur metaforda, suya atılan taş ve etrafındaki halkalar söz konusu olduğunda, oldukça sonra oluşan en geniş halkalardan biridir bu. Seçimde elimizden gelen benim gibi pasif seçmenler için kuyuya taş atar gibi sandığa attığımız bir zarftan ibarettir. İmkanı, yeteneği olanlar daha fazlasını yapabilir elbette, yapmalı da. O başka mevzu.
Yine de bekler dururuz işte. Acaba ne oldu? Ne olacak? Diken üstünde; gözümüzü, kulağımızı dört açar, bekler dururuz. Kim demiş, ne demiş…
Doğa işinde gücünde oysa…
İki üç gündür havalar ısındı epey. Dışarı kısa kollu gömlekle çıkıyorum. Balkonda oturuyorum biraz. Hava güzel, manzara güzel ama gürültü var çokça. Biraz okuyorum, bazen kahve içiyorum, kırmızı ışıklarda yol sakinleşiyor, gürültü kesiliyor, kuş sesleri duyuyorum dört bir yandan. Bu sene en çok sesini duyduğum, sevdiğim kuş karatavuk. Bu yıl karatavuk yılı desem olur. Sonra kumrular, serçeler, bazı ne olduğundan emin olmadığım ötücü kuşlar da var. Sonra sarı ışık, yeşil ışık ve tekrar araç seli, gürültü.
Çok gelincik vardı bu yıl, artık azaldı, şimdi güller var her yerde. Bu mahallenin insanı gülü, çiçeği seviyor, güzel bir şey bu. Her yerde güller, rengarenk, bazıları kokulu. Hanımelleri de açtı. Gülhatmi var yol kenarlarında epey, bir iki erkenci gülhatmi gördüm açılmış, aslında henüz erken, diğerleri bekliyor. Sonra ebegümeci çiçekleri var hâlâ, bazıları epey boy atmış. Bu kadarını beklemezdim, neredeyse bir metre olanlar var.
Korku kaynağı gelecek, hüzün kaynağı geçmiş…
İki seçim arasında yola bakıyorum, ağaca, ota, çöpe bakıyorum… Geçmişle gelecek arasında gibi… İki haftalık bir parantez. Masamda yan tarafta bir not defteri duruyor. Geçen gün bir youtube konuşması dinlerken bazı cümleler not etmişim. Gözüm ilişiyor. “Havfın kaynağı istikbal, hüznün kaynağı geçmiştir.” Şimdiye, âna yoğunlaşmakla ilgili bir konuydu sanırım. Korku gelecekle ilgili, hüzün geçmişle. Zihin dağınıklığı işte böyle korkularla, hüzünlerle yaralıyor kalbi. Oysa o sorumluluk halkalarının merkezinde ruh vardı, kalp vardı. İnsanın kendi bedeni vardı. Yola çıksam, ağaçlara, otlara baksam… Parkta oturup biraz şiir, roman okusam, daha iyi olacağım kesin. Kaygıdan; “kim demiş, ne demiş”ten kurtulmam mümkün değil de… Ben de bu dünyada, bu memlekette yaşıyorum çünkü… En azından sınırlandırabilsem bu verimsiz ilgimi, yarım kalan işlerime dönebilsem…
Bitkiler öyle yapıyor, hep kendi çiçekleriyle, meyveleriyle meşguller. Tohumlarının çoğu boşa gitse de yorulmuyorlar yeni tohumlar yolculamaktan, bıkmıyorlar. Öğretmenim bir ulu zeytin, bir çınar olsa… Bir pırnal çalısı, karahindiba olsa da olur gerçi.
Bir Hacı Bayram ilahisi çınlıyor kulağımda “ânı yaşa” üzerinde düşünürken: “Dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem…”