Bir iki ay önce Diyanet’in güzel çalışmalarından “Hadislerle İslam” kitabını almıştım. Niyetim yedi ciltlik külliyatı bir buçuk iki yılda yavaş yavaş okumak.
Başlamak için pek acele etmedim, üç aylarda okurum diye bekledim belki de. Geçen ay başladım nihayet. Önce uzun girişini okudum sonra hadislere başladım. Kitabın güzel bir tarzı var. Her konuda en meşhur, öne çıkan hadislerden beş altısı serlevha olarak veriliyor sonra o konuyla ilgili diğer hadisler güzel bir kompozisyonla bir araya getiriliyor. Elbette gerektiği yerde şerh ediliyor, hangi olay üzerine söylendiği açıklanıyor.
İlk cildin ortasına geldim. Aslında kitabın ortasına kadar beni şaşırtan, ilk kez duydum dediğim bir şeye rastlamadım. Öyle bir beklentim de yoktu zaten. Bu tür kitapları “hatırlatma dozu” olarak okumak gerektiğini düşünüyorum. Araya çok uzun boşluklar koymadan hadise, siyere küçük dönüşler yapmalı bence. Tefsir, meal zaten aralık vermeden okunsa iyi.
Bir kitaba her ne kadar “hatırlatma dozu” niyetiyle başlansa da bazen ilk kez rastlanan ya da tamamen unutulup yeniden öğrenilen şeylerle de karşılaşır insan. Bazen de bir yorumun, aynı meseleye farklı bir açıdan bakışın ayaklarını yerden kestiği olur.
Bu sefer de öyle oldu. Bin sayfalık kitabın tam orta yerinde bir kelime öğrendim. Evet, bir kelime. Öyledir, bir kelime öğrensen yeter bir kitaptan. Bir kelime öğrendim ya, kalbim heyecanla çarparak, ayaklarım yerden kesilmiş halde kapattım kitabı. Zihnimde çağrışımlar, kitabı kapatsam da aklım okumaya devam ediyor. Beş yüz sayfayı sadece bu kelime için okumuş olsam da değerdi diyorum kendime.
Okuduğum konu başlığı “Din – İlahi Kılavuz” idi. Kitaba çevrim içi ulaşılabiliyor bu arada. İsteyen herkes siteden ya da pdf indirerek de okuyabilir. Serlevha hadislerden biri çok bilindik hadislerden. “Ed-dinü’n-nasiha.” Konuyla az çok ilgilenen herkesin ezbere bildiği bir hadistir bu. İki kelimeden oluşuyor ve kelimelerin her ikisi dilimize geçmiş. En azından o güne kadar öyle sanıyordum. “Din nasihattir.”
Hatta bazı camilerde kürsülere hakkedildiğini görmüştüm bu hadisin. Vaiz konuşurken önünde hep bu hadis olur. Ahşap oymadır kürsü, vaizin öğütlerine, nasihatlerine konuşma boyunca eşlik eden bir görsel olarak dinin nasihat olduğunu hatırlatır camiyi dolduran cemaate.
Hadisin önce Türkçesini okudum. “Din samimiyettir,” diyordu. Samimiyet olarak alınan kelimenin aslı ne acaba diye baktım, “nasihat”. İnanmadım tabii, herhalde dizgide hata oldu, yanlışlıkla başka metin oraya kopyalandı veya bilgisayar otomatik tamamladı, musahhih de gözden kaçırdı, diye düşündüm. Çok önemsemeden esas metne geçtim, hadis orada açıklanıyordu ve ne musahhih ne dizgici hata yapmıştı. Nasihat, samimiyet olarak tercüme edilmişti.
Evet, hadisin anlamında öğüt, nasihat da var ama bundan ibaret değil. Kelime aradan geçen asırlarda anlam daralmasına uğramış. Türkçe sözlüğe bakıyorum nasihatin anlamı bildiğim gibi, Arapça bir sözlük var telefonumda, ona bakıyorum, ilginç, orada da bizim bildiğimiz gibi. Yalnız, kelimenin müştaklarından “nasîh” için “nasihat eden”le birlikte, içten, samimi karşılıkları da verilmiş. Hadis şerh edilirken eski kaynaklara gidiliyor ve kelimenin “bir şeyi veya kimseyi içten sevmek”, “ihlas, sadakat ve samimiyetle bağlanmak”, “arı duru olmak” gibi anlamlar verdiği üzerinde duruluyor. Eski Arap dilcilerden biri kelimenin kökeni açıklarken “Arapçada saf bala nâsih derler,” demiş. Vurgu halis, katkısız olmaya. “Nasuh tövbe” ifadesindeki nasuh da aynı katışıksız olma durumuna işaret ediyormuş. Öyle ya gıllıgışsız, içine başka niyet karışmamış, içten pişmanlık gerekir gerçek bir tövbe ve arınma için. Başka bir dilci ise farklı köke bağlamış kelimeyi. Birinin aldığı kumaşı vücuduna uygun bir elbiseye dönüştürmesi “nasaha” ile ifade ediliyormuş, “minsah” dikiş iğnesi demekmiş. Bu durumda nasihat şekillendirici, düzelten, tashih eden bir öğüt oluyor. Birine nasihat etmek onun hatalı tavır ve davranışlarını düzeltmek, davranış elbisesini tamir etmek gibi anlaşılabilir.
Din nasihattir, yani içtenlik; doğru, dümdüz olmak. Kalbi kılçıklı, gıllıgışlı, ikiyüzlü olmamak.
Nasihat deyince sadece öğüt anlarsak bir şeyler eksik kalıyor demek ki. Dahası öğüdü sanatlı hitabete indirgediğimiz de oluyor bazen ki bu cidden kötü. “Ama adam iyi konuşuyor abi,” diyoruz. Düşünmek lazım, iyi de neresinden çıkıyor o söz. Kalbinden, gönül peteğinden mi süzülüyor halis bal gibi? Yoksa, güzel söz bir sanat olarak mı kalıyor, tasannu mu var, yapmacık mı? Bir manipüle aracı. Cafcaflı retorik. Yok, yok, Allah korusun. “Din hitabettir” diyebilir miyiz? Hayır. Peki “Din retoriktir” desek? Asla.
Değil zaten. “Din içtenliktir.” Nasihat olduğu zaman bile içtenliktir. Zaten devamı da var hadisin, “Din nasihattir,” diyen Allah Resulüne soruyor sahabe “Kime karşı?” Demek ki o zaman nasihatin anlamı içtenliği içeriyormuş, sonradan daralmış kelimenin anlamı.
“Din nedir?” sorusuna cevap veren birçok hadis var ve bu da onlardan biri. Hiç sorgulamamışım burada “nasihat” hangi anlamda kullanılmış diye. “Hatırlatma dozu” okumalarımın birinde öğrenmiş oldum şükür. Hem de tam kitabın ortasında, kitabın ortasından bir ders. Hayır, öyle değil o iş. Din içtenliktir. Konuşmasan bile olur. Konuşsan, öğüt versen de olur elbette. Ama retorik bir hitabet değil bir tavsiye, dostla konuşma, arkadaşça uyarı. Sadaka olan güzel söz. Hakkı ve sabrı tavsiye.