Kendisini uzaktan uzağa tanısam, ailesini bilsem de çocukluğumda, gençliğimde görüştüğümüzü, sohbet ettiğimizi hatırlamıyorum, belki kalabalık ortamlarda görmüşlüğüm vardır o kadar.
Aileden biriydi, eşiyle anam kardeş çocuklarıydı, Bekir Hoca da eniştemiz. Komşu köy Suçatı’nda yaşıyordu. O yıllardan aklımda kalan bir kare: Ağabeylerimden biri - hangisi hatırlamıyorum, belki ikisi birlikte - bir iş için Suçatı’na gidince onlara da uğramışlar, kitap hediye etmiş Bekir Hoca. Hangi kitaptı? Geçmiş zaman, hatırlamak kolay değil ama sanırım Arif Nihat’ın rubaileri vardı, bir de acaba Ali Kemal Belviranlı’nın bir kitabı mı vardı, aruzla ilgili? Emin değilim. O günden hatırladığım ve emin olduğum şey, Bekir Hoca’nın kitabın ilk sayfasına eski öğretmenlere mahsus harika el yazısıyla yazdığı cümleler.
Geçtiğimiz sonbahar Acıpayam Kitap Günlerinde bir vefa örneği göstererek yanıma geldi. Hoşsohbet, deniz derya bir ihtiyar delikanlı. Epey konuştuk, babasından, dedesinden bahsetti. Mektep medrese görmüş, mürekkep yalamış insanlarmış hep. Sonra eski zamanlar, çok partili döneme geçişin sancılı hatıraları …
Artık Acıpayam’da oturuyormuş, “Fırsat bulursan gel,” dedi, “Gelmeye çalışırım,” dedim. Bir ara tekrar görüşmek üzere vedalaştık. “Kitaplardan hangisini tavsiye edersin?” dedi. Belki içeriğini sever diye “Diri Taklidi”ni önerdim. Almak istemesem de ısrar etti, parasını verdi.
Bizim Arife paylaştığım fotoğrafı görmüş, Bekir Hoca’yla ilgili bir hatırasını anlattı. “Çocukken bir kez görmüştüm. Daha ortaokulda okuyan bir çocuk olsam da benimle büyük bir insanla konuşur gibi ciddi konuşuyordu. Bu tavrı beni çok etkilemişti,” dedi. Sonra Raziye yenge mesaj yazdı. “A, öğretmenimle karşılaşmazsınız. Çok severim kendisini.” Onun Suçatı’nda okuduğu tahmin edemezdim. İşte öyle, bir kez konuştuğu çocuklarda bile iz bırakan, örnek bir öğretmenmiş Bekir Hoca.
Bir ara fırsat bulursam ziyaret edeceğim demiştim ya, nasip bu bayramaymış. İkinci gün bacım, ablam, yeğenler yengemlerde buluştuk; beraber Bekir Hoca’nın evine gittik. Evin olduğu caddede kim bilir kaç asırlık bir ardıç ağacı var. Sırf o anıt ağacı görmek için bile oraya gitsek değerdi aslında. İhtiyar delikanlı bizi sokakta karşıladı. Sekseni aşmış yaşına rağmen dimdik. Hafızası yerinde. Kocaman kitaplığında gençliğinden kalma kitaplarla son yıllarda çıkan kitaplar omuz omuza duruyor. Alt raflarda altmışlı yetmişli yıllarda çıkan bazı dergi gazete koleksiyonları var.
Meğer kitaplığında bulunan mükerrer kitapları ayırır, yanına gelen kitap meraklısı misafirlerine hediye edermiş. Bir kitapseverin sözünü nakletti. Dermiş ki “Cenazeme gelenler hangi kitaba yapışırsa alsın götürsün.” Kendi de böyle bir şey arzu ediyor belki. Bir çeşit bilgi hân-ı yağması. Bana da iki kitap hediye etti.
Kitaplardan biri kendi hatıratı. “Bir Köy Öğretmeninin Hatıraları” ismini taşıyor. Çocukluğu, öğrenciliği, ailesi, köyü, çocukluk arkadaşları, öğrencileri…
Resimlerle zenginleştirilmiş kitabı oğlu İdris Ersoy baskıya hazırlamış. Kitabı hemen ertesi gün bir solukta okudum. Zamanda yolculuk gibiydi sayfalar arasında gezintim.
...Harf inkılabı oluyor, dedesinin medreseden arkadaşı “Evindeki eski yazı kitapları kefenle ve göm,” diyor dedesine. Bir çağın, bir kültürün cenaze töreni gibi. Sonradan cami inşaatı için temel kazılırken çürümüş kitaplar buluyorlar. Deri ciltli, tezhipli el yazması Kuran’dan kalan sayfalar. Anam da o yıllarda Mehmet dedesinin gömdüğü kitaplardan bahsetmişti bir ara. “Kesik Harfler” adlı hikâyede anlattım.
Acıpayam’dan Suçatı’na yayan gidip gelmeler... Öğrencilik yıllarında çekilen açlık... Öyle ekonomistlerin hesapladığı açlık sınırı filan değil ha, gerçek, kaba açlık… Eniştesi Salih Çavuş’un hediye ettiği yülük avcı çantası… Daha neler neler… Gönül isterdi ki babası Asım Hoca, kayınpederi Hüseyin Hoca, dedesi ve diğer eski zaman adamları hakkında daha uzun yazsın. Belki devamı gelir, belki İdris Bey genişletir kitabı. Nasip artık.
Kısmet olur da tekrar uğrayabilirsem kitapta okumak istediğim konuları bizzat kendisinden de dinleyebilirim belki.