Hudayberdi Hallı eskiden beri severek okuduğum Türkmen yazarlardan biriydi.
Bir vesileyle geçen yıl tanıştık, öykülerini çevirmeye başladım. Bu yıl temmuz ayında da çevirdiğim öyküler Anotolia Kitap etiketiyle iki kapak arasında toplandı: “Erkekler Nasıl Ölür?”
Evet, gerçekten ilgi çekici bir isim bu. Kitaptaki öykülerden birinin adı. Kitabın resmini gören arkadaşlar “Gerçekten, nasıl ölüyormuş?” diye soruyor. Bazıları da kendilerince fikir yürütüyorlar. Mesela biri “Erkekler ayakta ölür!” yazmış paylaşımımın altına. İş o değil aslında, elbette ayakta ölen erkekler kadar yatakta veya otururken ölenler de vardır. Ben asıl tecrübeli bir yazardan çok şey öğrenebileceğimi anladım bu isim seçimiyle. Öyküleri kitaplaştırmak söz konusu olunca ben kitaptaki başka öykülerin ismini teklif etmiştim. Aksakal yazıcımız beni dinlese kitabın adı “Bez Bebek” ya da “Köyümün İyi Kızları” olabilirdi. İyi ki dinlememiş.
Bez Bebek, Ahbap ve Köyümün İyi Kızları
Benim bu isimleri teklif etmem de boşuna değil elbet. Kendimce gerekçelerim var, yazarın öykülerini okumaya başladığım yıllarda (geçen asrın sonları) karşılaştığım Türkmenler elimdeki kitabı görünce hep “Gurcak” öyküsünden, onun kendilerini ne kadar etkilediğinden bahsediyorlardı. “Gurcak” oyuncak bebek demek, çevirirken “taş bebek” ya da “bez bebek” demek metne göre daha uygundu bence. Öyküdeki bebek kumaştan yapıldığına göre “Bez Bebek” demeliydim. “Köyümün İyi Kızları” ise çok duygusal, çocuk bakışıyla kolhoz hayatının anlatıldığı bir öykü.İlk okuduğumda da çok sevmiştim. Özgün adı daha güzel, “Ulı Gızlar, Govı Gızlar”.
Diğer öyküler de elbette çok etkileyici. Mesela “Ahbap”. “Ahbap” öyküsündeki içki bağımlısı kahramanlar da diğer öykülerdeki gibi Sovyet rejimini eleştirel bir bakışla okura gösteriyor.
Öykülerin önemli bir kısmı seksenli yıllarda yazılmış, ince bir mizahla sistemi eleştiren öyküler. Küçük insanların küçük sorunları, dar alana tutulmuş büyüteç ve bu şekilde insani olanın, evrensel olanın ortaya konması.
Ayaz Han, çarığına bak!
Aslında küçük bir giriş yapıp lafı Ayaz Han’ın çarığına getirecektim ama sanırım uzattım. Kitaptaki ilk öykü “Ayaz Han, Çarığına Bak” adını taşıyor. Bu öykü de yukarıda bahsettiğim öyküler gibi sevimli, naif ama kusursuz olmayan bir kahramanı anlatıyor. Ayakkabılar üzerinden insanı sıkan bir hayatın, hep rahatsız eden sistemin eleştirisi diyebilirim bir cümleyle anlat deseler.
Başlığa çekilen söze gelince meşhur bir Türkmen masalına gönderme yapıyor. Bir masaldan çıkarak günlük hayata ve dile karışmış, atasözü haline gelmiş bir cümle.
Hakkında çok şey yazılmış, söylenmiş bir masal kahramanı Ayaz. Ben de bir çocuk dergisine masal formunda bir varyantını yazmıştım eskiden.
Ayaz bir çoban. Fakir ama zeki. Benzer birçok masal kahramanı gibi oldukça zor sınamalardan ve maceradan sonra ülkenin padişahı oluyor. Hem de çok iyi, sevilen bir padişah oluyor. Padişah olduktan sonra yaptığı bir şey var ki onu unutulmaz yapan hareket de o işte. Taht odasında, tam karşısına fakir bir çobanken giydiği çarığı asıyor. Her divandan önce, her önemli karardan, halk görüşmesinden önce kendine şöyle sesleniyor:
“Ayaz Han, çarığına bak!”
Geldiği yeri, halkın hayatını, sorunlarını unutmadığı için de adaletten ayrılmayan bir padişah olarak tamamlıyor hayatını.
Öykünün kahramanı da öyle yapmak istiyor ama zannettiği gibi olmuyor. Padişahlık dönemindeki kadar bile fırsat eşitliği yok çünkü zamanın rejiminde. Kahramanımız karşısına eski pabucunu asacak kadar önemli bir makama gelemiyor bir türlü.
Ya erkekler, nasıl ölüyorlarmış?
İzin verin orasını söylemeyeyim. Kitabı okumak isteyenleri kızdırmayayım “spoiler” vererek. Biliyorsunuz, gençler çok kızıyor öykünün heyecanını kaçıran ipuçlarına.