Bu mevsimde ev içleri soğuk oluyor ama gündüzleri dışarısı sıcak. Sabah ev ahalisi gittikten sonra mutfakta biraz oyalanıp yürüyüşe çıktım.
Bağbaşı Parkı, Yürüyüş
Alt yoldan Bağbaşı Parkına kadar gittim. Parkta bir tur, sonra sırtım güneşe gelecek şekilde biraz oturup götürdüğüm kitapları okudum bir süre, üst yoldan geri döndüm. 5500 adım diyor telefondaki uygulama. Demek ki bundan sonraki gidişlerimde bir iki tur daha atmam lazım parkta. Park güzel, yürüyüş yoluna dökülmüş güz yaprakları güzel, yolda ve parkta gördüğüm çiçekler de öyle. Çimenler arasında karahindibalar gülümsüyor. Yine de bu sefer karahindiba resmi çekmedim, zamanında gereğinden fazla çektiğimi düşündüm. “Güneyik Güncesi”ni yazarken karahindibalara takmıştım kafayı. Parkta birkaç şişman kedi, epey kumru, kargalar ve bir alakarga gördüm. Kumru sesi, karga sesi, ayak altında ezilen kuru yaprak çıtırtısı ve huzurlu bir sessizlik.
Yanımda götürdüğüm kitaplardan biri “İbrahim Hakkı Divanı”ydı. Alçak sesle, bazen durup düşünerek üç beş gazel okudum divandan. Yanımdaki not defterine iki beyit yazdım okuduklarımdan. Manidar geldi.
Gönül Tanrı evi, özgeden arındır…
Biri kalp hakkında not aldığım beyitlerden:
“Kalbini ister yapar ister yıkar
Sen karışma kalp onun me’vasıdır”
Me’va; sığınacak yer, yurt, mesken gibi anlamlarla karşılanıyor. Kulağımız Mehmet Akif şiirlerden aşina bu sözcüğe. Demek kalpteki hüzün veya sevinç Allah’ın işi. Kalp onun evi çünkü. Bu dizeleri okurken şairin aynı espri ile söylediği meşhur beyti geldi aklıma.
“Dil beyt-i Huda’dır ânı pâk eyle sivadan
Kasrına nüzul eyler O Sultan gecelerde”
İlk dizeyi günümüz Türkçesiyle söylemek istedim. “Gönül Tanrı evi, özgeden arındır.”
Eşekliğin Böylesi
Diğeri daha didaktik bir beyit ama belki daha ilginç:
“Çü nûr-ı aşk nûr-ı câna ol hem cisme râkibdir
O râkibden habîr olsa bulur izzet bu merkûblar”
Eh, eşekliğin de bir izzeti olabilirmiş dedim beyti okuyunca; evet ama şartlı bir izzet.
Ne diyor burada şair diyenler için düzyazıya çevirelim beyti. “Aşk ışığı can ışığına, o da cisme biner; eğer bu binekler biniciden haberdar olursa izzet bulur.” Aziz olması için bedenin kendine binen can nurundan, canın da kendine binen aşk nurunda haberdar olması gerekiyor demek ki.
Sonra ne olur haberdar olursa, nasıl izzet bulur bu bilgiyle?
Sanırım bu bilgi, üstünde düşününce insanı Şeyh Galip’in Terciibent’inde anlatılan marifete götürür ve belki zamanla “zatına hoşça bakması” mümkün olur.
İl Halk Kütüphanesi
Yanımda götürdüğüm diğer kitap Kazuo Ishiguro’nun “Uzak Tepeler”i.
Epeydir kurgu okumadığımı fark etmiştim geçenlerde. İçimdeki boşluğu doldurmada belki küçük de olsa katkısı olur dedim. Bike’yle de konuştuk, daha önce de Kadir Efemle konuşmuştuk aynı konuda.
İnsan benzer kitapları ard arda okursa okumasında ve algısında bir çeşit tutukluk yaşıyor sanki. Mesela hep düşünce kitabı, kuramsal şeyler sıkıyor, arada bir kurmaca okuyarak zihne nefes aldırmada fayda var. Hep dünya edebiyatı, felsefe de bunaltıyor belki araya tasavvufi bir şey koyarak ruha nefes aldırmak lazım. Her halükarda çeşitlilik iyi sanırım.
Bu romanı kütüphaneden aldım. Denizli İl Halk Kütüphanesi’ne ilk gidişimdi. Çok kibar, kitapsever ve kitapseveri sever bir memure yardımcı oldu bana. Ama kütüphane binasını fiziki olarak yetersiz buldum. Yer darlığı var. Raflar sıkışık, labirent gibi. Onun için aradığını bulmak kolay değil. Okuma salonları da bölük pörçük, dar.
Sanırım şimdiki bina kütüphane için yapılmamış. Başka bir kurumun başka bir amaçla yapılmış binası kütüphaneye tahsis edilmiş olmalı. Duvarda yeni kütüphane inşaatı hakkında afişler vardı. Bu iyi haber işte. Umarım çok geciktirmezler. Bu haliyle kütüphaneye kitap değiştirmek için uğrasam da orada oturup vakit geçirmek istemem.
Uzak Tepeler ve Bedene Bol Gelen Evler
Ishiguro’nun “Uzak Tepeler”i kayıplar hakkında. “Sosyal değişimlerin bireylere yansıması” diyor kapak yazısında. O da var. Kitabı parkta değil de evde bitirdim. Hüzünlüydü. İntihar, değişimlerin mutluluk getirmemesi, belli bir zamanda evi dolduran sakinlerin gittikçe azalmasıyla evin bedene bol gelmesi… Nerden baksan hüzün. İçimdeki boşluğa faydası olduğunu söyleyemem bu kitabın. Yine de bende yazarın bir iki kitabını daha okumam gerektiği düşüncesi uyandırdı.
Kahramanlar ikinci dünya savaşı sonrası bomba yemiş Japon kentinde yaşıyorlar. Yenilmişliğin acısı, yıkıntılardan yeni bir şeyler kurma çabası ve kayıplar var. Bir yerde geçmişe değil geleceğe bakmak gerektiğini konuşuyorlar. Orada hak veriyorum kahramanlara. Ama güncel resme baktığımızda bu kayıplardan ve gelecekten bir başarı hikayesi çıkmadığını görüyoruz. Yine yitikler, yitip gitmeler ve hüzün var gelecekte.