Tarih 17 Ağustos 1999, Gecenin tam da yarısı diyebileceğimiz bir saat 03.02, İstanbul’da Yenibosna’da bekar evinde kalıyoruz. Bir sarsıntı ama hemen geçmeyeninden, daha önce Dinar depremini de yaşadığım için biraz sallar geçer diye düşündüm. Yatağımda yarı oturdum bitmesini bekledim. Dua edeceğim dilim tutuldu, devamlı “Hasbünallah” diyebildim.
Sarsıntı bitti… Fakat İstanbullu’nun sarsıntısı bitmedi, herkes sokaklarda, kimisi köpeğiyle, kimisi kuşuyla çıkmış, üzerindeki battaniye ile çıkabilenler de var. Nitekim geceyi sokakta geçirdik. Mahallemizde inşaat halinde bulunan, fakat alt katı ibadete açık olan camiye sabah namazı için girdik. Bir fırça da hocadan yedik, “Bu zamana kadar 3-5 kişiyle kılıyorduk namazı, neredeydiniz şimdiye kadar” dedi. Haklıydı belki ama milletin canı burnunda zaten, Allah’ın evine sığınmış, sana ne! ne karışıyorsun!, sen gelene fırça atınca cami cemaatle mi doldu, hayır yine 3-5 kişiye düştü.
Deprem anından itibaren telefon yok, elektrik yok, zor bir süreç başladı. Tavas’ta bulunan aileme ulaşıp ben iyiyim diyemedim. Geceleri sırtımızda battaniyeyle dolaştık. Gündüzleri ise evlere bir anlık girip işimizi gördük.
Çalıştığım yer Avcılar’daydı, büyük bir binanın birinci katı, gittiğimizde binaya mühür vurmuşlar, işyerinin kapısı sıkışmış açılmıyor. Sizin televizyonlarda gördüğünüz görüntüleri biz izleyemedik. Çünkü oturup haber izleyecek bir evimiz yoktu. Parklar bizim evimiz olmuştu.
Bizim oturduğumuz Yenibosna’da binalar yıkılmamıştı. Fakat Avcılar’a doğru gittiğimizde evlerin yan yattığını, vida gibi büküldüğünü gördük. Daha sonraki günlerde Büyükçekmece Gölü’nün kenarlarının moloz yığınlarıyla dolu olduğunu gördük.
Ülkemiz bu sıkıntılı süreci de atlattı. Fakat hatıralar, üzerinden 20 yıl geçse de hafızalardan silinmiyor.
Allah dosta düşmana o sıkıntılı süreci yaşatmasın, afetlerden bizi korusun.
Bu vesileyle 17 Ağustos 1999 depreminden hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet ailelerine sabırlar diliyorum.