17 Aralıkta yaşadığımız sarsıntının etkileri halen daha devam etmekte ve uzun sürece de devam edeceğe benzemektedir. Olayların içinde siyasi etkenler olduğu gibi, ekonomik faktörlerinde etkili olduğu görülmektedir. İki ülke arasında yapılan ticari işlemlerin BM kararlarına uygun olmadığı, Türkiye’nin burada suç işleyerek, İran’a mal girişinde etkin rol oynadığı söylenmektedir. Bir yanda rüşvetlerin havada uçuştuğu söylenirken, bir yandan da işadamı ve siyasetçi makamlarında pek çok kişinin isminin geçtiği bir süreç yaşıyoruz. Bu süreç içerisinde sükûneti muhafaza ederek, yargının görevini yapmasına izin vermek gerekiyor. Ben işin siyasi ve diğer yönlerinin yanında İran’a uygulanan yaptırımlar açısından ele alarak farklı bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. 
İran üzerinde bilindiği üzere yıllardır sürdürülen bir ambargo mevcut. İran’ın nükleer programı bahane edilerek veya öne sürülerek uygulanan bu ambargo ile ülkeye diz çöktürülmek, masaya oturması sağlanmak istenmektedir. Her ne kadar insani olmasa da batılı anlayışa uygun olan bu ambargo ile İran’ın masaya oturup oturmadığını görebilecek miyiz bilemiyorum ama ortaya çıkan bir gerçek var ki İran kendi halkının hayatını devam ettirmek için değişik yollara başvurarak ticaretini devam ettirmektir. Günümüzde kendi kendine yeterli olabilen ülke kavramı anlamını yitirmektedir. Hiç bir ülke dışarısı ile temasa geçmeden halkının hayatını devam ettirmesini sağlayamaz. Dışarı ile temastan kastımız ekonomik manada ithalat ve ihracat yapabilmektir. Bunun anlamı da her ülkenin başka bir ülke veya ülkeler ile iş yapmasıdır. Eğer siz bir ülkenin dışarısı ile irtibatını kesmeye çalışırsanız, herhalde o ülkede yerinde oturup başa geleni sineye çekelim demeyecektir. Kendince farklı yollar arayarak ülke vatandaşlarına gereksinim duyduğu maddeleri tedarik etmeye çalışacaktır. Hele ki İran gibi ciddi bir petrol ve doğal gaz üreticisi olan ülkenin boş duracağını sanmak safdillik olur. Petrol gibi kimsenin hayır diyemeyeceği bir ürüne sahipseniz ve bunu da pazarlama konusunda sıkıntılar yaşıyorsanız siz boş dursanız bile başkaları boş durmayacak, sizinle iş yapmak için her türlü yolu deneyecektir. İran da elindeki petrol ile iş yapmak için kendince yeni yollar arayacaktır. Ve bununda yolunu bulmuştur. İran eski cumhurbaşkanı Ahmedi Nejad zamanında elindeki petrolü satmak için bazı iş adamları üzerinden ve de özellikle Malezya gibi ülkeler üzerinden ticaret yaptığı biliniyor. Sistem şöyle işliyordu. İran bazı işadamlarını kullanarak petrolünü Malezya’da rafine ettirerek satıyordu. Tabi bu işlemler el altından ve yasa dışı yollarla yapılıyordu. İşlemler kayıtsız ve yasadışı olunca da bir tür rant kurulmuştu ve bu rantın devamı içinde rüşvet vb bazı işlere girildiği olabiliyordu. Bal tutan parmağını yalar misali…
Tabidir ki yüklü miktarlara ulaşan bu petrol alım satımı bazı büyükleri rahatsız etmekteydi. İran güya ambargo ile köşeye sıkıştırılmaya çalışılan bir ülke iken karşı tarafa gol atan bir ülke konumuna gelmişti. 
Ben burada işin siyasi ve ekonomik boyutunu bir tarafa bırakarak, oluşan bu rant kavgasının bizde de yaşanan ve hala yaşamaya devam ettiğimiz bazı olayları hatırlatmasına vurgu yaparak farklı bir noktasına dikkat çekmek istiyorum. Siz eğer yasadışı veya şeffaf olmayan yollarla iş yapmaya kalkarsanız bir süre sonra ister istemez bir çıkar sarmalının vücut bulmasına zemin oluşturmuş oluyorsunuz. İlk başlarda belki vatanseverlik gibi hamasi duygularla yapılan bu işler bir süre sonra şahsileşmeye, şahsi gelir getirici işlemlerin yapılmasına imkân sağlayan bir vasata dönüşmeye başlıyor. Ahmedi Nejad zamanında kurulan ve o günün şartlarında bir çıkış yolu olarak kabul edilen bu sistemin şimdiki yönetim tarafından sorgulandığını ve hatta İran halkı nazarında da sorgulandığını belirtmekte fayda var. Zira yapılan işlemlerin ve transfer edilen paraların takibinin yapılamaması, kişilerin şahsi servetlerindeki aşırı kabarmalar dikkat çekmeye başlıyor. Tüm bu gelişmeler yanında yönetimin değişmesi ve eski olanların sorgulanmasının halk tarafından isteniyor olması, yeni yönetimi yapılanları durdurmaya, sistemin işleyişini değiştirmeye zorluyor.  Ayrıca ABD’nin İran’la sıcak ilişkiler kurmaya başlaması, İran’ın da buna mukabele için bazı işlere dur demesini eklemek gerekiyor. 
İşin bu dedikodu yanın bir tarafa benim dikkat çekmek istediğim konu bu değildir. Hatırlanacağı üzere bizim de yıllardır başımızda bir derdimiz var. Adına ister Kürt sorunu ister PKK deyin ama ülkemizin güneydoğusunda ciddi bir sıkıntı yaşamaktayız. Binlerce yıllardır bir ve beraber yaşayan bu toprakların insanları üzerine oynanan oyunlar ile ülkemize ve insanımıza diz çöktürmek, bazılarınca çeki düzen verilmek istenmektedir. Bu toprakların havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez ama çok şükür ki yıllardır sürdürülen çalışmalar bir türlü maya tutmuyor. 80’lerden beridir yapılan tüm çabalara rağmen bir türlü maya tutmuyor ama sıkıntı da bir türlü bitmiyor, bitirilemiyor. Yıllardır söylenen, dillendirilen bir söz var; bu işlerden nemalananlar olduğu sürece bu dertlerden kurtulamayız.
Evet, benim de dikkat çekmek istediğim nokta burası işte. Eğer siz bazı işleri el altından veya yasal olmayan yollardan yapıyorsanız bir takım kirli işlere bulaşmanızda kaçınılmaz olabiliyor. Zira yapılanların hesabının verilmediği ve verilmeyeceğinin de bilindiği bir ortamda, insanlar neden şahsi çıkar peşinde koşmasın ki. Hele de güç elinizde veya gücü siz temsil ediyorsanız sizi kim durduracaktır.  Ülkemizin doğu ve güneydoğusunda yaşanan olaylar, faili meçhul olarak kalan eylemler, açıklanamayan para transferleri ve daha nice gizli kalmış işlemler bize şeffaflığın, hesap sormanın ve hesap verebilir olmanın ve dahi demokrasinin ne kadar da elzem ve gerekli olduğunu hatırlamaktadır.
28 Şubat olayları sırasında ülkeden buhar olup giden paraların açtığı yarayı kapatamadık henüz. El konulan bankaların, batan şirketlerin ceremesini bizler çekmekteyiz. Yapanın yaptığının yanına kar kalmadığı bir düzenin olması için şeffaflık kurumsallaştırılmalıdır. Rüşvetin belgesi olmayacağı gibi gizli işlerin de açıklanabilmesi, sorgulanabilmesi çok kolay olmamaktadır. Bu yüzden her şeyin göz önünde cereyan edebilmesi sağlanmalıdır. Tabidir ki bunun için ister ülke bazında (İran gibi) olsun ister kişiler bazında olsun bu tarz işlere sebebiyet verecek zeminin oluşmasına engel olunmalıdır. Bunu sağlamak içinde ülkelere ambargo uygulamaktan ziyade ikna ederek, konuşarak istenmeyen eylemlerin oluşumuna engel olunabilinir. 
Gelişmiş ülkelerde bu tarz olayların gizli kalamadığını, ortaya çıktığı anda da hemen sorgulanarak, yargılandığını hatırlayınca gıpta etmemek elde değildir. Bu konuda demokrasi içinde medya ve sivil toplum kuruluşlarının varlığı bir emniyet sübabı işlevi görmektedir. Medya ve sivil toplum kuruluşları yanında siyasi sistemin içinde var olan denetim mekanizmalarının da çalıştırılması  (burada Sayıştay, yargı vb kurumlar ilk akla gelenlerdir), toplum düzenin tesisi ve de devamı için elzemdir. Şeffaflık ve demokrasinin işlerlik kazanabilmesi için toplumun tüm katmanlarına olduğu gibi halkın her bir ferdine de vazifeler düşmektedir.
Hatırlanacağı üzere Irak’a da benzer bir ambargo uygulanmıştı ama ne gariptir ki bu işten biz Türkiye olarak daha çok zarar görmüştük. O yıllarda Irak’a mal satamayınca bazı iş adamlarımız başka ufuklara yelken açmış bir kısmı da değişik yollarla Irak’a girmeye çalışmıştı.
Yıllar önce de okumak isteyen genç kızlarımıza üniversite kapıları olmadık bahanelerle kapatılmıştı. İmkânı olanlar yurt dışına çıkarak kendince çözüm üretirken, bu imkânı bulamayanlar evde oturmak zorunda bırakılmıştı. Ülkenin yetişmiş iş gücünün dışarıya kaptırılmasına veya pörsümesine sebep olabilecek olan bu olaylar artık yok.  Ama yıllarını kaybedenlerin, devletine ülkesine küstürülenlerin ve dahi hayallerini terk etmek zorunda kalanların sayısını ve ahlarını hep hatırlamak gerekecektir. 
Yetmişli yıllarda döviz taşımak dahi yasak iken ve ülke yetmiş sente muhtaç halde otururken, Rahmetli Özal tarafından döviz serbestliği getirilince ve ülkemiz serbest dünya ile tanışınca bir anda çağ atlamış gibi olduk. Çünkü döviz her ne kadar yasak olsa da yapabilen işini gördürüyor, gemisini yürütüyordu. Olan yine ülkemize olmaktaydı. Kimin ne iş yaptığı belli değildi. Kaçakçılık almış başını gidiyordu. Serbestlik rejimi ile her şey kayıt altına alınınca, hem devletin vergi gelirlerinde artış yaşanırken hem de devlet yapacağı hizmetler için finans da bulmuş oluyordu. Kaçakçılıktan işadamlığına geçişin yaşandığı o günlerden bu günlere ülkemiz çok değişimler yaşadı. İşadamlarımız serbestçe ticaretini yaparken boynunu bükmek zorunda kalmamakta artık. 
İnsanların ihtiyaç duyduğu veya sahip olmak istediği şeylere yasal kapıların kapanmasının başka kapıların açılmasına vesile olacağını hatırlatarak şeffaflıkla ilgili benzer bir konuyu da konuşmak istiyorum. Eğitim konusunda ülkemizde bir türlü dikiş tutturamadığımız malum. Her gelenin kafasına göre bir değişiklik yaptığı yerde olan yine ülkenin gençlerine olmaktadır. Son alınan kararlarla dershanelere dönüşüm yolu dayatılmaktadır. Evet, kapanma değildir belki ama zorla bir dönüşüm yaşatılmak istenmektedir. İhtiyaçların mevcut olduğu bir ortamda siz bu ihtiyaçları karşılayacak yasal yolları açmazsanız yasa dışı veya şöyle söyleyelim vergi kaçırıcı işlere tevessül artar. Çocukların okuması, eğitimde takviye alması bir ihtiyaç ise, bu bir şekilde tedarik edilecektir. Bazı yerlerde belediyeler eliyle bile kurulan eğitim ve test merkezleri mevcut iken ve halk eğitim merkezlerinin aktif olarak çalıştırılamadığı bir zeminde kapatma veya dönüşüm, adı her ne ise insanlara başka mecraların yolunu açacaktır. Özel ders verenlere rağbet artarken, bu imkâna sahip olmayanlar başka yollara dökülecektir. 
Bu kadar uzun bir yazı olduğunun ve farklı farklı konuların bir araya getirildiğinin farkındayım. Ama hepsinin ortak bir noktası var ki, o da serbestliğin ve şeffaflığın var edilmesinin elzem olduğudur.  İran’ın ticaret yaparken yeraltında iş yapmaya çalışması ile bizim PKK ile uğraşırken karşılaştıklarımız ve 28 Şubat olaylarında hortumlanan paralar şeffaflığın siyasi ve ekonomik boyutunu gözler önüne sererken, başörtüsü sorunu ve dershaneler konusu da insan hak ve ihlallerinde serbestliğin önemini ve yine demokrasinin değerini vurgulamaktadır. Böylelikle yasal yollar mevcut iken yasa dışı veya yeraltı tarzı işlere kapı açmamanın ne kadar önemli bir düstur olduğu karşımıza çıkıyor.
Klasik ekonomistlerin bir sözü vardır. “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” 
Evet, yasal olduğu, evrensel değerlere aykırı olmadığı ve örf ve adetlere ters düşmediği sürece insanları serbest bırakınız. Zira insan adı üstünde insandır, güdülecek koyun değil. Hele ki günümüz iletişim ortamında gizli saklı bir şey kalmadığı gibi, insanları zorlamanın da bir anlamı kalmamıştır.