“Yeterince tepetaklak olmuşsan yukarı doğru düşmeyi de başarabilirsin” der Elif Şafak’ın kalemiyle şekillendirdiği Araf romanının Zarpandit karakteri.Henüz küçük bir çocukken yaptığı bu tespit pek çoklarımızın –bir roman karakteri de olsa- bir çocuk idrakinde olmadığını ispatlar nitelikte..
Düşme edimi;Bize öğretilen,çocukken dizlerimiz ve ellerimizdeki yaralarla ezberlediğimiz,yer çekiminin büyüsüne kapılıp aşağı doğru gitmek midir her zaman?İyi de insanlar oldukları ya da olabileceklerini düşündükleri en feci tepetaklaklıklarındayken,bedenlerini yahut ruhlarını tutan o bireysel yerçekimleri de tepetaklak olmaz mı?O halde Düşme edimi ya da düşmek ille de aşağı doğru gitmek değildir.Fazla zorlarsanız dışarıdan yükselişte gibi gözükürken aslında düşebilirsiniz ya da tam tersi en dipte göründüğünüz zaman aslında en yüksekte buluverirsiniz kendinizi…
İnsanlar tarafından ezilmenin basıklığını akademik başarılarla aşacağına inanıp;Orta yaşlarında akademik anlamda dolu dolu bilgiler ezberlemiş ve nihayet kendini gerçekleştirdiğine inanmış ama maalesef insanlığının tepetaklak oluşunu ya da başından beri tepetaklaklığını fark etmeden kara bir deliğe doğru en büyük düşüşünü yapan ve yanındaki bir avuç insanı da peşinden sürükleyen;Kurnaz,dipsiz,hissiz bir çift donuk renkli göz gördüm ki şu sıradan kahverengi gözlerimle;Yükselişlerin içinde barındırdığı o dipsiz düşüşleri fark ettim Zarpandit’in saflığı ve şaşkınlığıyla..
İsimlerinin başına gelen sıfatlar ve isim tamlamalarıyla “farklı,başarılı insan” olduğuna inanıp,diğer insanları ötekileştirmeyi kendine hak bilen o zihniyetin sahipleri bence en büyük örnekleridir düşüşün alasına gebe yükseliş görünümünün..Aslına bakarsanız böylelerini tarih yazmaz,böyleleri sadece dinleyen geçen giden herkestir;Dünyayı farklı bir yer yapan ya da dünyada iz bırakanlar değil.Bunlar;sıfatlardan nemalananlar değil o sıfatların getirdiği ağırlıkları bir başak olgunluğuyla başı önde karşılayan,dünyada yaşadığı müddetce sıfatlardan,şekillerden,taraflardan sıyrılmış,hayatlarının merkezinde İNSANİYET’i barındıranlardır.Bir zamanlar Dünyayı farklı bir yer yapan bir vali gibi..
Henüz on yaşındayken Denizliye atanan bir validen söz eder olmuştu herkes.Çocukluğun o umarsız cahilliğiyle valinin bir şehir için en üst makam olduğunun idrakinde olmamakla beraber önemli bir konum olduğunun farkındaydım.İşte böyle bir zamanda elli arkadaşımla beraber paylaştığım 3.sınıf sıralarından,gezici kütüphanenin açılışına gidiyoruz diye çıkarıldım.O sırada çok da umurumda değildi açılış faaliyeti,merak ettiğim gezgin olduğu iddia edilen şu kütüphanenin neye benzediğiydi.Belediye binasının önüne gelip açılışı yapacak olan valiyi beklerken bir otobüsün önünde sıra olduk.Yaşıtlarımdan kısa bir boya hapsedilmiş bir ruhum olduğundan sıranın en önündeydim,bu da kapısına kurdela asılmış otobüsten kütüphaneye dönüştürülen aracın açılışını vali ile beraber yapma şansımı diğerlerine göre daha yüksek yapıyor ve beni heyecanlandırıyordu.Neyse Vali amca geldi aramızda iki üç adım var;vali amcanın yanından birileri öğrenciler gelsin türü bir cümle kurdu bende sevgili öğretmenime “ben,ben” yaparken öğretmenim bana Ayşenur arkaya geç dedi ve yerime boyu da dersleri de benden baya yüksek olan bir sınıf arkadaşımı çağırdı.O esnada nasıl oldu bilmiyorum sanırım vali amca bu durumu gördü ve bana bakarak sende gel dedi.Bende o kurdeleyi vali amcayla kesip gezici kütüphaneyi dolaşan çocuklar arasında oldum.Ve vali kimliği böyle yer etti çocukken zihnime.Ayrıntıda da olsa haksızlığı sezen ve gideren,güleç ve iyi biri..Bu olaydan birkaç ay sonra kaza(!!!)dan vefat ettiğini duyduğumda en çok o açılış gününe ağladım..
10 yıl sonra bugün böyle nezih bir insana dönüp baktığımda,literatürlerde Recep Yazıcıoğlu,halk dilinde süper vali,halkın sistemin içerisinde olmadığından bürokrasinin hantallaştığını söyleyen bu insanın;halk sistemin içine giremiyorsa ben halkın içerisine karışırım felsefesine sahip bir birey olduğunu görüyorum..Sanmıyorum ki Denizli bir daha bir valisini gece 23:30’da Çınar meydanından vali konağına yayan yanında yalnızca bir kişiyle ağırlamış olsun..İşte Farklı insan böyle olunur;isimlerin önüne koyulan sıfatlar ve isim tamlamalarından sıyrılmış,bunun ayrıcalıklarını gözlere sokmaktansa sıfatsız,şekilsiz ve isim tamlamasız olmayı seçerek.Sekiz aylık görev yaptığın bir yerde 10 yaşındaki bir çocuğun on yıl sonrasında seni iyi hatırlaması bile seni farklı yapar.
Şimdi önümüze iki farklı insan modeli alalım;
Biri doğduğunda kendisine verilen isminin önüne;gerek akademik başarılarından gerek eşi olduğu insanın isminin önündeki isim tamlamalarından yeni yeni isimler eklemiş ancak insaniyet namına bu süreçte ne yeni isimlerden ne de farklı hissiyatlardan nemalanmış..Bu birey doğduğundan bu yana ne kadar yükselmiştir?Yukarı doğru ilerleyişi bir yükselme edimi mi yoksa insaniyetinin tepetaklak oluşunun çığırtkanlığını yaptığı düşme edimi midir?
Diğeri ise;Doğduğunda ona verilen ismin önüne kattığı sıfatlar ve tamlamalar ne kadar dudak uçuklatıcı olursa olsun,özünü ve insaniyetini kaybetmeden yaşamış ve –bana göre-kaza süsü verilmiş bir suikastte can vererek bu dünyadan ayrılmış olmasına rağmen burayı halen farklı bir yer yapan(en basitinden bana ilham olarak)bir RECEP YAZICIOĞLU..
Şimdi tekrar düşünün bu iki insan modelini kıyaslayıp;”İNSANLAR YUKARI DOĞRU DA DÜŞEBİLİR Mİ?”
- - - - - - -