Toplumda belli bir yaptırımı olan kuralların tümüne birden hukuk diyoruz.
Toplumda belli bir maddi yaptırımı olmayan kurallar da vardır.
Ahlak gibi, inançlar gibi. Ancak konumuz belli bir maddi yaptırımı olan kurallar yani Hukuk.
İnsanoğlunun bugünkü hukuk düzenine ulaşması çok uzun bir zaman diliminde olmuştur. Hukuk bu süreç içerisinde belli şekillerde gelişmiş, kimi zaman gelişmeler ileri kabul edilmiş kimi zaman da geriye gitme olarak nitelendirilmiştir. Bunda en büyük etki, süreci etkileyen ekonomik ve sosyal şartlar ve bunların getirdiği ihtiyaçlar ahlak, din, felsefi akımlar ve en nihayetinde de ideolojiler olmuştur. Artık günümüzde hukuku belirleyen ve etkileyen en önemli unsurun ideolojiler olduğu düşünülmekte ve söylenmektedir.
Zira ama maalesef ideolojik kaygılar bireylerin ve toplumların sosyal kabul edilen ekonomik, siyası ve hukuki tercihlerini etkilemekle kalmamış, teknolojik gelişme ve bu gelişmelerin yaygınlaşmasında bile belirleyici olmaya başlamıştır.
Hukuk, insanların gerek birbirleriyle gerek bireyin toplumla ve gerekse de toplumların toplumlarla olan ilişkilerini düzenlemeyi, temelde de insanın mutluluğunu amaç edinmiştir. Hukuk önceleri sadece bireyin topluma ve onun örgütlü ve bir yaptırım gücüne sahip şekli olan devlete karşı olan sorumluluklarını düzenlemeye çalışmış ise de daha sonraları bireyin özgürleşmesini hedef almış ve toplum ve toplumun örgütlü ve yaptırım gücü olan devle karşı bireyin ve toplulukların haklarının düzenlenmesi yolunda gelişme göstermiştir..
Sonunda bu amaçla yapılan çalışmaların tümüme birden bireysel ve kolektif haklar ve özgürlükler denilmiştir.
Devleti ve devletin yetkisini elinde bulunduranlar bireyin ve toplulukların taleplerine sıcak bakmamış, bunu kendi gücüne hemen veya sonradan olabilecek bir başkaldırının kaynağı olarak görmüşlerdir.
Devlet gücüne elindi bulunduranların gerekçeleri hemen her zaman düzeni ve hukuku korumuş olmuş, ancak bunu yaparken hukuku pek de önemsememişler, yasayı kendilerine dayanak yapmışlar ve hatta bazen yasayı bile hiçe sayabilmişlerdir.
Sonunda yazılı mevzuatta yer almasalar bile kişilerin ve toplumların belli başlı haklarının olabileceği düşüncesi gelişmiş, yasalara göre toplumu dizayn etmeye çalışan anlayıştan farklı olarak hukuk devleti terimi kullanılmaya başlamıştır. Bu anlayış temel olarak insanın doğuştan ve herkese eşit olarak verilmiş hakların olduğunu, bunun kısıtlanamayacağını, bunun tek sınırının diğer insanların özgürlüğü ve toplum düzeni olduğu dile getirilmiştir.
Fakat bu temel hakların sınırı olarak kabul edilen toplum düzeni kavramı da yönetenler tarafından özgürlüklerin kısıtlanmasına gerekçe olarak algılanmış ve gerek bireysel ve gerekse kolektif özgürlüklerin kısıtlanması için bulunmaz fırsat olarak görülmüştür.
Bu özgürlükleri kısıtlamaya çalışan yönetenlerin düşüncelerini etkileyen en önemli etken ise ideolojiler olmuştur.
Yönetenler mensubu bulundukları ideolojinin esaslarına göre toplumları diyazn etmeye çalışmışlar, bu uğurda özgürlükleri kısıtlamakta hiçbir mahsur görmemişler ve toplumu kendilerince uygun gördükleri bir çizgiye çekmeye çalışmışlardır.
Yönetenlerin belli bir ideolojiye bağlı olarak toplumu dizayn etme çalışmalarına, hukuku uygulamakla görevli ve ünvanları ne olursa olsun tümüme birden hukukçu denilen insanlar da katılmış, ve bu ideolojiye bağlı olarak hukuk uygulamaları doğmuştur.
Hukukun gayesi adaleti sağlamak olduğu halde, bu çalışmalar yüzünden hukukun gayesi ideolojiye hizmet olarak algılanmış ve bu yönde hukuki uygulamalar maalesef görülmüştür ve görülmeye devam etmektedir.
Hatta bu hukukçuların ve yöneticilerin uygulamaları o kadar ileri gitmiş ki, yasa devletinden bile geriye gidişler görülmüştür.
Ancak toplumların gelişmeleri içerisinde bireysel ve kolektif özgürlüklerin kısıtlanmasından yana olanların yanında, özgürlükleri savunan, kişinin haklarının ve mutluluğunun devletin ihtiyaçlarından da önce gelmesi gerektiğini zira özgür ve mutlu bireylerden oluşan toplum ve onun örgütlü bir biçimi olan devletin de ancak bu şekilde güçlü olabileceğini savunan hukukçular da olmuştur. Bu hukukçular gerek söylemleri ve gerekse uygulamaları ile, hukukun görevinin insanların mutluluğu ve refahı olduğunu, hukuk uygulayıcıların herhangi bir devletin veya ideolojinin emrinde olamayacaklarını, salt hukuka ve adalete karşı sorumlu olduklarını ileri sürmüşlerdir.
Sayıca çok olmasalar ve söylemleri yerleşik devlet anlayışına ve ideolojisine aykırı olsa da konuşmaya devam etmişler ve hukuku olumlu yönde, yani hukukun görevinin düzeni sağlamaya çalışmak kadar bireylerin haklarının da önemli olduğunu cesaretle söylediler ve söylemeye devam etmektedirler.
Zira toplumsal barışı sağlamanın en önemli şartı temel insan haklarının en sağlam bir şekilde tanınması ve uygulanmasıdır.
Yine bu az sayıda hukukçu hiçbir ideolojik kaygının insan haklarını kısıtlamak için gerekçe olamayacağını, kuralların konulmasında ideolojinin sosyal hayatı ve kişilerin dolayısıyla toplumların görüşlerini etkilemesinin bir noktaya kadar mümkün olduğunu zira bunun bir sosyolojik olgu olduğunu, ancak hukuk uygulayıcılarının hemen her şeyden, hatta bu ideolojilerden de bağımsız olması gerektiğini, hiçbir şeyin insan haklarını kısıtlamak için gerekçe olarak kullanılamayacağını beyan etmişlerdir.