Bundan dört yıl önceydi. 25 Mart 2009 Pazar. Baharın ilk günleri; Çiçekler açacaktı, güneşli güzel günler görecektik. Bulutlu, gri hava yerini masmavi gökyüzüne bırakacaktı. Dağlardaki kardelenler sevgilisine, güneşe kavuşacaktı. Fakat olmadı karlar erimedi, kardelenlerin boynu bükük kaldı, sevgilisine kavuşamadı kardelenler. Çiçeklerde açmadı, gri puslu hava ferahlığa kavuşamadı hiçbir zaman.

Saat 15.03’te zaman durdu adeta. Kahramanmaraş’tan gelen haber tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Berit dağları yakınlarında Muhsin Yazıcıoğlu’nu ve beş arkadaşını taşıyan helikopter karlı dağların buzlu yamaçlarına düşmüştü. Kar kalınlığı iki metreyi bulurken hava sıcaklığı eksi beş dereceyi gösteriyordu. Tam kırk sekiz saat sonra köylülerin yardımıyla Muhsin Yazıcıoğlu’nun da dahil olduğu altı kişinin naaşları bulundu. Kazanın şaşkınlığı yerini hüzne ve dualara bıraktı.

Bir çok kişi sadece siyasetçi olarak biliyordu onu. Ama bu bir şeyi değiştirmemiş sadece siyasetteki duruşuyla bile insanlara ne denli haysiyetli, onurlu, sağlam karakterli bir insan olduğunu gösterebilmişti. Bizden birisiydi aslında Muhsin Yazıcıoğlu. Bazen çiftçi bazen köylü bazen de tek başına devletti. Siyaset amaç değil hak için, doğruluk için, adalet için bir araçtı sadece. Vakti zamanında en çok acıyı o çekmişti. Beraat etti ama suçsuz yere yıllarca yatılan hapis hayatı vardı geriye kalan. Çıktığında ilk sözü ‘’Nerede kalmıştık?’’ oldu. O acılı yılları ;

‘’Bir coşku var içimde bu gün kıpır kıpır, Uzak, çok uzak yerleri özlüyorum, Gözlerim parke parke taş duvarlarda’’ mısralarıyla anlatıyordu.

Ata binmeyi çok severdi. Onu gördüğünüzde gözlerinizde Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’un fethi sırasında at üzerinde parmaklarıyla İstanbul’u işaret ettiği o kare canlanıyordu. Onun için dillendirilen Anadolu Fatihi tabiri de buradan geliyor.

Yiğit adam, Anadolu delikanlısı, Anadolu Fatihi ne derseniz deyin en güzel tamlamalar hep ona çıkıyor en sonunda. Farklıydı diğerlerinden. Kadeh yerine yürek tokuştururdu. Hedefi Adriyatik’ten Çin Seddi’ne büyük Türk dünyasını kurmaktı. Herkesin insanca, dostça, kardeşçe yaşadığı bir Türk dünyası. Meclise tek başına girdiğinde ‘’Benim tek başıma bir parti kadar ağırlığım var burada’’ söylemi onun ne denli bir dava adamı olduğunu kanıtladı bir kez daha. Fakat soru işaretleriyle dolu bir kaza sonucu bu düşüncelerini sonraki nesillere miras olarak bırakabildi sadece. Soyadı kardeşliğini yaptığı Recep Yazıcıoğlu ile aynı kaderi paylaştı. Yeri doldurulmaz biliyoruz ülkemizde zordur yiğit adam yetiştirmek. Yetiştirdiğimizde de farkını öldükten sonra anlamak bize has bir olay yine.

"Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz bir dünya için; bu kadar fırıldak olmaya gerek yok.! " cümleleriyle ölümün yaşamdan daha hoş bir olgu olduğunu anlatıyordu sevenlerine. Çünkü ölüm vuslattı onun için. Ve bugün yine 25 Kasım, geride kalanlar için yine hüzün. Şehit olmak herkese nasip olmazmış Muhsin Yazıcıoğlu’na nasip oldu. Allah mekanını cennet eylesin. Şimdi sohbetlerde, yazılarda, şiirlerde bir yiğit vardı diyerek anılıyor adı..

‘’Huzur dolu içimde

Ben sonsuzluğu düşünüyorum

Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum

Durun kapanmayın pencerelerim

Güneşimi kapatmayın

Beton çok soğuk, üşüyorum… ‘’ (Muhsin Yazıcıoğlu)