Nasreddin Hoca kadı iken dostlarından biri evine gelmiş, bir komşusuna karşı açtığı bir davayı anlatarak:
-Hoca! Ne dersin, haklı mıyım?
diye sormuş. Hoca şöyle bir düşünüp:
-Haklısın, demiş. Ertesi gün dostunun dava ettiği komşusu da Hoca’ya uğrayıp kendi açısından anlatarak:
-Hoca! Ne dersin, haklı mıyım?
diye sormuş. Hoca şöyle bir düşündükten sonra ona da:
-Haklısın, demiş. Kocasının dostlarıyla konuşmalarını dinlemeyi hiç aksatmayan hanımı, adam gittikten sonra:
-Hoca, demiş, dün davacı geldi, adama haklısın dedin, bugün davalı geldi, ona da haklısın dedin. Hem davacı hem davalı ikisi birden haklı olur mu?
Hoca şöyle bir düşündükten sonra cevap vermiş:
-Sen de haklısın!
Bu fıkrada herkes için alınması gereken büyük ibretler ve dersler vardır. Nasreddin Hoca bu üç kişiyi ayrı ayrı evinde dinlemiş kendi halleri ve anlattıklarına göre üçünü de haklı görmüştür. Nasrettin Hoca anlatılanlara göre samimi bir karar vermiş, bu kararıyla da onların güvenini kazanmıştır. Aslında Nasreddin Hoca sağladığı bu güvenle tarafları bir araya getirip konuşturma imkânı yakalamıştır. Çünkü Nasreddin Hoca bilmektedir ki zaten tarafların bir araya gelip konuşabilmesi tarafların birbirini anlaması ve hakikatin ortaya çıkması demek olacaktır. Bu fıkra bizlere “sen de haklısın kardeş” diyebilmenin erdemini anlatmakta, konuşabilmenin ve birlikte yaşayabilmenin kapısını aralamaktadır.
Her insanın kendine göre mutlaka güzel yanları ve haklı olduğu tarafları vardır. Aslında “sen de haklısın kardeş” demek bu hakikati de ifade eder. Kişilerden bahsedilirken güzel yan ve haklı taraflarını öne çıkararak bahsetmek birlikte oturabilmeyi, oturup konuşabilmeyi, sorunları çözebilmeyi yani birlikte yaşayabilmeyi sağlayan temel bir anlayıştır. İnancımızda bu anlayış daima öne çıkarılarak başkalarının hata ve kusurlarını örtmek de övülmüştür.
Oysa bunun tersini yaparak kişiyi sürekli haksız bulup kötülemek ona cephe aldığınızı ve onunla birlikte yaşama arzunuzun olmadığını gösterir. Bu tavır cehalet olup hiçbir kazanç sağlamadığı gibi birlikte oturamamanız, oturup konuşamamanız, sorunları çözememeniz demektir. Çünkü hiç kimse haksız bulunup kötülenmekten hoşlanmaz. Bunu yapana da asla yanaşık durmaz.
İnancımız insanları birbirlerine karşı sorumlu, Müslümanları ise birbirine karşı hem sorumlu hem de kardeş yapmıştır. İslam’a göre yeryüzünün neresinde yaşıyor olursa olsunlar, hangi dili konuşuyor olursa olsunlar, hangi kavme mensup olursa olsunlar veya hangi renge sahip olursa olsunlar bütün Müslümanlar birbirlerinin kardeşidirler. Kardeşler arasında sen haklısın ben haklıyım kavgası asla olmaz. Onlar kardeşinin hakkını kendi hakkından öncelikli tutarlar ve teslim ederler. Çünkü İnancımızda kardeşlik, kişinin kendisi için istediğini daha fazla olarak kardeşi için istemesi olarak belirtilmiştir. Peygamberimiz (s.a.v) : “Hiçbiriniz kendi nefsi için arzu ettiğini kardeşi için etmedikçe iman etmiş olmaz. Buhari, iman 7” buyurmuştur.
Müslümana; kardeşinin hakkını yemek şöyle dursun, kardeşine karşı kendisini övmesi, kardeşinin arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşması, ona alınacağı şekilde bakması, yani kardeşiyle arasını bozacak her davranış haram edilmiştir. İnancımız Müslümanların tartışmasını bile yasaklarken birlikte konuşmayı ve alınan karara, karar ne olursa olsun herkesin uymasını emretmiştir.
Oysa Müslümanlar uzun zamandır Kur’an ve sünnete uymada gaflete daldı. Müslümanlar Allah ve Resulüne verdikleri sözleri yerine getirmemenin, dinde gevşekliğin kendilerine nelere mal olacağını hep göz ardı ettiler Sonunda ektiğimizi biçtik ve birçok musibetle (başta terör olmak üzere) karşı karşıya kaldık. İtiraf eldim ki çok kabahat işledik, çok isyan ettik, çok nankörlük ettik!
Cenab-ı Hak: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu affeder. Şûra 30” “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler. Rûm sûresi 41”buyurmuştur. Ayet-i Kerimelerden açıkça anlaşıldığı gibi başta terör olmak üzere başımıza gelen bu musibetler aslında Allah ve Resulüne uymada gösterdiğimiz gevşekliğin bir neticesi yani cahilliğimizin bedelidir.
Şimdi kendimizi süratle düzetme, kalbimizi ve yüzümüzü Allah ve Resulüne çevirme zamanı, inancımıza göre yaşama zamanıdır. Birbirimizi anlama, “sen de haklısın kardeş” diyebilme, hak verme zamanı. Tövbe zamanı, dua zamanıdır.
Bu düzelmeler Allah’ın Rahmeti ile ıslanmak demek. Barış ve huzur demek. Yarın bayram demek inşaallah!