İnsanın gaflette olduğu ve kaybetme kuşağında bulunduğu nimetlerin en başında geleni sıhhat ve afiyettir. Sıhhatli bir insan her işini daha kolay yaptığı gibi, ibadetlerinde de sebatkâr ve daimi olma imkânına sahip olur. Sıhhat ve afiyet içinde olan bir kul Allah yolunda daha çok koşturur ve başarılı olma imkânı daha fazla olur.
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
Muhteşem bir asrın sultanı Kanuni’ye ait olan bu söz sıhhatin ne büyük bir devlet olduğunu ifade eden ne zarif bir kelam. Her insan için devlet kapısı rızık ve istikbal adına en büyük nimet gibi telakki edilir. Aslında herkesin sahip olduğu sıhhati kendi adına ne büyük bir devlettir. Evet, o öyle bir devlettir ki çoğu kez farkına bile varamayız. Ta ki onu kaybedince anlarız kıymetini…
Sıhhatli olmak bu derece kıymete haiz iken kaybedince neler olur? Yani hasta olunca kaybedenlerden mi olur bir mü’min?
O (sav) söz sultanı buyuruyor ki, ‘Ateşin kiri pası temizlemesi gibi hastalık küçük günahları temizler’ diyerek hasta olunduğunda bile kaybetme kuşağında olunmadığını, inanan bir kişinin hiçbir zaman kaybedenlerden olamayacağını ifade etmektedir. Hastalık zamanında titreme ve sarsılma anında dökülen günahlarla insanın temizlendiği, cennete layık bir keyfiyet kazandığı müjdesi verilmektedir. Tabi ki bu makama ulaşmak için kişinin inançlı olması, namazına devam eden biri olması gereklidir. Gerekir ki o hasta olduğu anda bile ibadet etme sevabını alabilir. İbadetinde bir eksiklik olsa bile aslında o hasta şahıs sıhhatli olsaydı namazını tam kılacaktı. Zira hayatının gelen kısmında yaptığı ibadet ve davranışları ile bunu ispat etmiştir. Bu noktadan bakınca inanan biri için kaybetme söz konusu değildir. O her an ve her hal üzere kazanan olma imkânına sahiptir. Sadece bunu idrak edip, yaşaması yeterlidir. Yaşamak ise sabır ve sebat ile mümkündür. Sabır anahtar kelime olsa gerektir, zira hem musibete sabır hem de öyle bir anda ibadete devam da sabır ve sebat göstermek er kişinin harcıdır. Ve o er kişilerdir ki Rıza ve Rıdvan ulaşacak olanlardır. Bu zaviyeden hastalık veya musibetler kullanmasını bilene bir nimet ve birer imkân- dır. ‘Allah her kime hayır dilerse onu bir musibete duçar bırakır.’ Bu hadisin müjdesini de işin içine katınca başımıza gelen sıkıntılara üzülmek şöyle dursun insanın sevinesi geliyor. Tabii ki musibet istenmez ama başa gelince sabretmesini bilmek gerekiyor. Bu noktada sabır ve tevekkül halini muhafaza etmek çok önem arz ediyor. Tüm bunlar birlikte ele alımca hakiki ve kavi iman sahibi bir mü’min hep kazanma kuşağındadır ve asla kaybedenlerden olmaz.
Konumuzla alakalı olarak çok duyduğumuz ama önemsemediğimiz bir hadisi şerifi de zikretmek gerekiyor. ‘Kişinin doldurduğu en kötü kap midesidir.’ Günümüzün en büyük dertlerinden olan şişmanlık, tansiyon, kalp hastalıkları, şeker, kolesterol vb dertler hep düzensiz ve dengesiz beslenme neticesidir. ‘ Midenizi üçe bölün yemek, su ve hava ile doldurun ve sofraya iyice acıkmadan oturmayın ve tam doymadan kalkın’ gibi rivayetleri de bununla beraber düşününce ne kadar yanlış bir hayat tarzına sahip olduğumuz daha iyi anlaşılıyor. Evet, bu yanlış hayat tarzıdır ki bizi sürekli dertlerle uğraştırıyor ve hayat kalitemizi düşürüyor. Aslında nebevi kaidelere bağlı bir hayat sürsek hiç hasta olmayacağımız iddia bile edilebilir.
O (sav) söz sultanından bir cümle ile yazımızı bitirelim. Hasta hakkı anlamına gelebilecek, hasta ziyaretinin anlamı üzerine ve sıhhatli olanlara bir müjde mahiyetinde bir hadisle yazımızı noktalayalım. ‘Hasta birini ziyaret eden cennet bahçelerinden birini gezmiş gibidir.’