Zâhiri (gözle görülebilen) ve bâtınî (gözle görülemeyen) bütün varlıklar insana hizmet için yaratılmış. Sayısız nimetler sunuyorlar bizlere. Huzurlu ve mutlu olalım diye! Peki, bunca hizmetin kendisine niçin verildiğini sorgulamak insan için bir görev değil midir?

İnsanın hizmetine sunulan varlıkların sayılamayacak kadar çok olduğu Kur’an’ı Kerim şöyle ifade edilir: “0 size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür! İbrâhim 34” Ayet-i Kerimeden açıkça anlaşılacağı üzere insan, kendisine hizmet eden varlıkları incelikleri ile bilmesi şöyle dursun onları sayı olarak bile bilmekten acizdir.

Sayısız nimetin insanın hizmetine verilmesi Allah’ın karşılıksız inayetini, rahmetini lütfünü ortaya koyarken Allah’ın varlığına ve birliğine de kesin olarak işaret ederler. Cenab-ı Hakk, sayısız varlık ve imkânları insanın hizmetine vererek onu öylesine çevrelemiştir ki insan için Yaratıcıyı bilememe asla mümkün değildir. İnsan varlığını bildiği yaratıcıyı ya kabul ederek O’na şükran duyar ya da varlığını bildiği halde kabul etmeyerek zalim ve nankör olur.

Yaratıcıya şükran duyan insan; her şeyin kendisine hizmet için yaratıldığından yola çıkarak kendisinin niçin yaratıldığını sorgulayacak ve cevabını kolayca bulacaktır. Cenab-ı Hakk Zâriyat süresi 56. ayet-i kerimesinde : “ Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” Mülk sûresi 2. ayet-i kerimesinde ise: “O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” buyurarak, insanı ibadet etsinler diye yarattığını ve ibadetin de güzel olan bütün davranışlar olduğunu bildirmiştir.

Oysa insanlar akılları ile çoğu zaman doğruyu, kendileri için hayırlı olanı yani güzeli bilemezler. Bazen doğru bildikleri çok yanlış sonuçlar verirken, yanlış sandıkları daha doğru olabilmektedir. İnsanlar neyin kendileri için daha doğru olduğunu yaşayarak öğrenecek olsalardı bu doğruları çok ağır bedeller ödeyerek, çok uzun zamanda öğrenebilecekler beklide hiçbir zaman öğrenemeyeceklerdi. Oysa Cenab-ı Hakk, bir lütuf ve nimet olarak, insan için neyin hayırlı, neyin de şer olduğunu bildirmiştir. Allah’ın bütün emirleri insanın ve insanlığın hayrına, bütün nehiyleri de insanın ve insanlığın zararına olan şeylerdir. Anlaşılacağı gibi insanın yapacağı her güzel iş, yaratılış gayesine uygun olacağı gibi insan onuruna yakışan faydalı bir iştir. Her hayırsız iş ise, yaratılış gayesine ters olacağı gibi kesinlikle insan onuruna yakışmayan, zararlı bir iştir.

Esasen hayırlı faaliyetlerde bulunan insan zaten bu davranışının mükâfatını dünya hayatında karşılık olarak almaktadır. Namaz, oruç, hac, zekât,  Kuran’da emredilen hayırlı faaliyetlerdendir. Bu faaliyetlerin mükâfatı dünya hayatında zaten görülür. Gıybet etmemek, yalan söylememek, kimsenin hakkını yememek, zinadan uzak durmak, çalışmak da hayırlı faaliyetlerdendir. Bu faaliyetlerin mükâfatı da dünya hayatında zaten görülür. Hem de fazlasıyla! Çünkü ibadetlerde insanların bildiklerinin yanı sıra bilemedikleri sayısız hikmetler ve faydalar vardır.

İnsanın yaptığı hayırlı faaliyetlerin Allah’a zerre kadar bir faydası olmadığı gibi Allah’ın asla buna ihtiyacı da yoktur. Hayırlı faaliyetlerinin karşılığı insanın kendisinedir. Zaten insan dünya hayatında bu karşılığı fazlasıyla almıştır. Buna rağmen Allah,  yaratılış gayesine uygun davrananı nimetlerin en büyüğü ile mükâfatlandırarak onu kendine yaklaştırır. Onunla da yetinmez cennetle mükâfatlandırır. Hem de içinde ebedi kalacağı cennetle! İşte ayeti kerimede ifade edildiği gibi gerçekten de insana her şey verilmiştir! Hem de, sadece Allah’tan bir lütuf olarak!

Dünya hayatına gönderilmiş olan bütün insanlar, hizmetine verilmiş sayısız nimet ve lütuf sayesinde Allah’ın varlığı ve birliğinden kesin olarak haberdar edildiği gibi, varlıkların ölümlerini bizzat görmeleri nedeniyle, öleceğinden de kesin olarak haberdar edilmişlerdir. Yani Allah’ın varlığını bilmeyen, öleceğini bilmeyen, ahirette hesaba çekileceğini bilmeyen hiçbir kimse yeryüzünde yaşamamıştır.

Kendisine bir lütuf olarak sayısız nimet verilen insan, Yaratıcıdan, ölümden, hesaba çekileceğinden, cennet ve cehennemden haberdar olan insan, acaba Allah’ı, tanımazlıktan gelirse, O’nun emir ve yasaklarına uymazsa ne olacaktır! Yani nankör insanın sonu ne olur? Bu hususta Allah’ın hükmü bellidir ve kesindir. Nankör insanın varacağı yer cehennemdir, hem de ebedi kalınmak üzere cehennem. Allah sözünden asla dönmez!