Hiç tanımadığım bir şehrin caddesinde yalnız başıma yürüyordum. Adım atışım, garip garip sağa sola bakışım  bir yabancı olduğumu hemen belli ediyordu. Merakla yoluma devam ederken cadde bir anda koşan insanlarla kalabalıklaştı.   Ne vardı, ne olmuştu acaba? Nereye, niçin, koşuyordu bu insanlar? Halk koşusuna mı çıkmışlardı!  Ya da bir mağazanın indirimli ürünlerinden alabilme yarışımıydı bu koşuşturmaca?

Kalabalığın arasında yalnızlığım bir kat daha artmıştı sanki… Yürüsem mi, koşsam mı, dursam   mı, ne yapacağımı  şaşırmıştım doğrusu…”Yalnızlık Allah’a mahsus,  birlikte, beraberlikte  hayır vardır” diyerek önümdeki kalabalığa karıştım 

Hem koşuyor hem de yanımdakilerin konuşmalarına kulak misafiri olmaya çalışıyordum. Allah Allah!  Bu insanlarda kim? Yoksa Rabbimiz’in gezici melekleri mi bunlar. İnanın ilk defa bu kadar  nazik  ve güzel  konuşan çehrelere  rastlamıştım. Hele anlatılanlar hiç de sokakta konuşulanlara benzemiyordu. O kelimeler, o sözcükler yerinde ve zamanında ağızdan çıkınca insanın kulağına değil, direk gönlüne  nasıl da yerleşiyordu. Belli ki koşucuların  çoğu seçkin insanlardı.  Tabi arada benim gibi bilgi  fakirleri de yok değildi. İyi ki bu seçkin insanların peşine takılmışım. Yoksa şu üç günlük  dünyadan bir ot gibi yok olup  gidecekmişim. Vah bana, yazık bana ! Bu insanlarla değil bir saat bir gün “Gel, sen de katıl aramıza” deseler,  onlarla üç yüz altmış beş gün koşar, düşe kalka da  olsa arkalarından giderdim.

Ne kadar koştuk; kaç saat, kaç kilometre oldu hiç mi hiç farkına varamadım. Koşu sona ermiş, görenleri hayrete düşüren bir çeşme başına varmıştık. Bardağını   alan sırası geldikçe çeşmeye yanaşıp suyunu içecekti. O da ne?  Çeşmenin suyu her uzatılan bardağa akmıyor, kendince insanları eliyordu adeta. Bir yudum da olsa böylesine güzel ve  suyu tatlı mı tatlı bir çeşmeden su içememek ne acı bir şeydi!

Sıram yaklaştıkça  bir yudum da olsa bu çeşmenin  suyundan hak etmediğimi anlar gibi oldum. Önümde duran,  isminin Mehmet olduğunu öğrendiğim  ve bardağına taşarcasına  su akan O Alim insan, içimdeki pişmanlığın yüzüme yansıdığını çoktan fark etmişti.  Bardağını  bir anda bana uzattı ve kulağıma fısıldadı: “Misafirliğin hatırına bir yudum iç bakalım! Bundan sonra Ya öğreten, ya öğrenen, ya dinleyen, ya da ilmi seven ol. Fakat beşincisi olma helak olursun  hadisi de kulağına küpe olsun”. 

İnsanoğlu bu, kimi ayağını taş alınca, kiminin saçına ak düşünce, kimisi de benim gibi rüyada bir yudum su içince aklı başına gelir, uykudan uyanır.

Suda hayat vardır.  İlim çeşmesinden bana bir yudum su tattıran hocam Mehmet Efendi’yi rahmetle anıyorum. Kalemi, kitabı  çocukları gibi sevenlere; okumayı yazmayı  peynir ekmek gibi ihtiyaç görenlere, ilim kaynağından bir yudum da olsa su içebilenlere ne mutlu.