Hz. Havva yirmi doğum yapmış ve yirmi doğumda biri kız, biri erkek kırk çocuk dünyaya getirmiştir. Erkeklerden ilk doğumda Kabil, ikinci doğumda ise Habil dünyaya gelmiştir.
Yüce Allah; Kabil’i Iklima ile, Hâbil’i ise Lübüz ile evlendirmesini Hz. Âdem’e emr etti. Hz. Âdem Kabil ve Hâbil’e Cenab-ı Hakk’ın bu emrini bildirdi. Hâbil, bu emre uyarak Lübüz ile evlenmeye râzı oldu. Kabil ise bu emre itaatsizlik ederek Iklima ile evlenmeyi kabul etmedi. Kabil bununla da yetinmeyerek Lübüz ile evlenmeye, kendisine haram edilene özendi.
Böylece Hâbil; Allah’ın emir ve yasaklarına itaat eden bir kul olurken, Kabil; Allah’ın emir ve yasaklarına itaat etmeyen, kendi istek ve arzularının esiri olan bir kul oldu. Aynı anne ve babadan dünyaya gelen bu iki kardeşten birisi Hak yolu tercih ederken bir diğeri batıl yolu tercih etti.
Âdem Aleyhisselam Kabil ve Hâbile şöyle dedi:
“Gidiniz! İkiniz Allah’a birer kurban takdim ediniz! Muhakeme olunuz. Hanginizin kurbanı kabul olursa o, Lübüz ile evlenmeye, diğerinden daha lâyık ve müstahak olur! Hanginiz Lübüz ile evlenmeye lâyık ise, Allah, semâdan bir ateş indirir, onun kurbanını yakar!” dedi. İkisi de bu teklifi kabul ettiklerini söylediler.
Hâbil, dâvarları olan biri idi. Kurban için davarının süt ve kaymak gibi en nefis gıdalarını hazırladı. Kabil ise çiftçi idi. Kurban için, ekininin en kötü olanından aldı. Âdem Aleyhisselâm yanlarında olarak Nevz dağına çıktılar. Kabil, Hâbil’e: “Ben senden büyüğüm! Ben Lübüz ile evlenmeye senden daha lâyıkım’” diye övünmeye devam ediyordu.
Gerçekten de Hâbil, kalbinde Allah’ın takdirine rızâ ve emrine boyun eğme duygusu taşırken, Kabil ise içinden “Benim kurbanım ister kabul olsun, ister kabul olmasın umurumda değildir. Hâbil, hiçbir zaman Lübüz ile evlenemeyecektir!” duygusu taşıyordu. O sırada, gökten bir ateş inip Hâbil’in kurbanını yaktı. Kabil’in kurbanı ise uzaklaştırılarak kabul olunmadı.
Tamamen nefsine teslim olmuş olan Kabil, kurbanının Allah tarafından reddedilişine kızdı. Kendisinin kıskançlığı ve azgınlığı arttı. Hâbile: “Ben, seni, muhakkak öldüreceğim!” dedi. Hâbil: “Benim günahım nedir? Allah, ancak, kendisinden korkanların kurbanını kabul eder” diyerek cevap verdi.
Bir gün Hâbil, dağda davarlarını otlattığı ve kendisi de, orada yatıp uyuduğu sırada, Kabil, onun yanına vardı. Yerden kaldırıp başına vurduğu bir kaya parçasıyla Hâbil’i öldürdü. Böylece Hâbil, Âdemoğullarından yeryüzünde ölen ilk kimse oldu. Ne ilginçtir ki o zamanlar yeryüzünde henüz birkaç kişi vardılar.
Kardeşlerden en büyüğü olan Kabil; nefsiyle hareket eden, insanlara karşı saygısız, Yaratıcıya isyan halinde yaşayan biriydi. Israrla bu Bencil ve kendini beğenmiş tavrını sürdürdü. Hâbil ise; aklını kullanan, insanlara karşı saygılı, Yaratıcıya itaatkâr bir tavırdaydı.
Âdem Aleyhisselâm ve Hz. Havva, Hâbil için uzun zaman ağladılar. Âdem Aleyhisselâm: “Git! Artık sen hiç bir zaman korkutulmaktan uzak kalmayacak, gördüğün hiçbir kimseden de, güvenlikte ve selâmette olamayacaksın!” diyerek Kabili huzurundan kovdu.
Kabil; isteğinden vaz geçmedi. Lübüz’ü de yanına alarak Yemen topraklarından olan Aden’e gitti. Âdem Aleyhisselâm’ın dediği gibi hiçbir zaman güvenlik ve selâmette olamadı. Lübüz’den olan çocukları sürekli onu taşlamışlar ve ona sefil bir hayat yaşatmışlardır. Sonunda ise oğlu tarafından taşlanarak öldürülmüştür. Tıpkı kendisinin kardeşini öldürdüğü gibi!
Kabil nefsine uyup Allah’ın emirlerine isyan ederek yaşadı. Sonunda kendisi de oğlu tarafından taşla öldürüldü. Bu dünya Hâbil’e kalmadı, ama Kabil’e de kalmadı. Hiç kimseye de kalmayacak!
Oysa ahiret hayatı öyle değil. O hayat ebedi! İmtihan yeri olan dünya hayatında aklını kullananlar, insanlara saygılı olanlar, Yaratan’a itaat içinde yaşayanlar Cennete girecekler ve orada ebedi kalacaklar. Nefsine uyanlar, insanlara saygısızlık ve Yaratana isyan halinde yaşayanlar ise Cehenneme girecekler ve orada ebedi kalacaklar.
İnsanın imtihanı böylece devam edecek, ta kıyamete kadar.